“Kur’an-ı Kerim’in kulu, Hz. Muhammed’in ayağının tozuyum” diyen Hz. Mevlana kendi zamanında veya yüzlerce yıl sonra kendisini şeyh olarak görme arzusunda olanları uyarır: “Biz mumdan ibaretiz. Güneş varken hiç mumdan ışık beklenir mi?”
Hz. Pir Mevlana Celalettin Rumi, “Mesnevi” adlı eserini “vahdet dükkanı” olarak işaret eder. 26 bin 632 beyitten meydana gelen bu eseri Hz. Mevlana yazmamış, söylemiştir. Söylenen bir eser dinlenir, okunamaz. Keza bu denli geniş hacimli bir eseri söylemeye başlarken “Mesnevi’nin tamamını ilk on sekiz beyitte, ilk on sekiz beyitin tamamını ilk beyitte, ilk beyitin tamamını ise ilk kelimede bulabilirsiniz” demiştir. İlk beyit Bişnev (dinle) ile başlar. Söylenen şeylerin dinlenilmesi önemlidir ancak bundan daha önemli olanı ise anlaşılmasıdır. Bu nedenle Hz. Mevlana “Dinle” derken aslında dinleyenlerden anlamalarını ister. Anlamak için asgari ölçüde bilmek gerek, anladıktan sonra ise anlayabildiklerini yaşama dönüştürerek anlamlandırman beklenir. Bilginin aslını, aslının aslına yönelebilenler anlar. Anlayanlar da karşılarına çıkan her türlü insana karşı anlayışlı davranırlar. Bilen ile bilmeyenin farkı da burada saklıdır zaten. Kim karşındakine anlayışsız yaklaşır ise o kişi bilginin aslından yoksundur. Alimlerin iyisi bildiklerini ve bilmediklerini bilenlerdir. Alimden yüksek mertebedeki arifler ise her türden insanı anlar. Arif olan anlar elbette! Ariflerin bir üst basamağına erişmiş olan âşıklar ise bildiğini ve bilmediğini bilmek yolunda her şeyi anlayıp herkese “Eyvallah” diyerek yol alırken eş zamanlı olarak tüm bildiklerini ve anladıklarını toplum hayatının içerisinde kalarak anlamdırmaya çalışanlardır. Nihayetinde âşık tıpkı dünya gibi döne döne, Yaradan’dan yine yalnızca Yaradan’a aracısız olarak yönelerek Yaradan’ın yaratma eyleminin içerisinde kalmak derdindedir. Derdi Yaradan’a yönelmekten ibaret olan âşığa da elbette cömert ve merhametin sahibi Yaradan derman verir.
“Mesnevi” Kur’an-ı Kerim’in mürididir
Tevhid’i kendi bünyesinde bulan âşık akabinde Tevhid’i evrensel boyutta yaşamın her alanına ve herkese yayar. Âşk’a âşık Hz. Pir Mevlana, Mesnevisi’ne “Dinle” diye başlarken gerçekte kastettiği “Beni dinle” değildir. Hz. Mevlana “Ben de dinleyenden dinlemekteyim. Sen beni inlemekte zannediyorsun lakin ben O’ndan başkasını dinlememekteyim. Yüce Yaradan son peygamberi Hz. Muhammed’e Cebrail vasıtasıyla ‘İkra’ (Oku) diye buyurur. Yaradan’ın peygamberine “oku” demekle kastı haddi zatında “dinle ve anla” manasındadır. Hz. Peygamber de Yaradan’dan her gelen vahiy bilgilerini önce Cebrail’den dinledi sonra yalnızlığa çekilerek anladı ve eş zamanlı olarak da insanlara anlayabilecekleri seviyelerde anlattı. Söz her zaman kulağa göre olduğu içinde her kulağı çok iyi bilen Hz. Muhammed, anlatmaktan öte anlaşılabilir olmanın en güzel örneklerini sergileyerek insanları Yaradan’a yönlendirdi. Hz. Muhammed nasıl insanlarla Yaradan arasında aracılık sergilemiş ise ben de kendi zamanımda insanlar ile Hz. Muhammed arasında aracılık yapmaktayım. Kur’an-ı Kerim’in kuluyum, Hz. Muhammed’in ise ayağının tozu, toprağıyım” diyerek kendisini Yaradan nezninde yok sayar; Hz. Muhammed nezninde ise hiç olarak işaret eder. Hz. Mevlana kendi zamanında veya yüzlerce yıl sonraları kendisini şeyh olarak görme arzusunda olanları ise uyarır: “Biz mumdan ibaretiz. Güneş varken hiç mumdan ışık beklenir mi?”
Kendilerinden sonra şayet bir şeyh arama gereksinimi duyulursa: “Bizden sonra şeyhiniz Mesnevi’dir” diye buyruk vermişlerdir. Keza Mesnevi’yi şeyh olarak görenler de unutmasınlar ki, “Mesnevi” de Kur’an-ı Kerim’in mürididir. Hz Mevlana’nın gözünde güneş, Kur’an-ı Kerim’dir. “Mesnevi” ise bizi Kur’an-ı Kerim’e yaklaştıran bir mumdan ibarettir.
Hakk ve hakikati dinleyenler
Hakk ve hakikati söyleyenler hürmetine
Yaradan’a kul olan kullardan olmamız nasip ve müyesser ola...