Düşünce insanının nezaket ve zarafeti doğal olarak ahlakına ve isteklerine yansır. Uygulayıcı konumda olanlardan beklenen de derin bir kulak ve duyarlılıktır.
Dünyanın düşünenlere de yapanlara da ihtiyacı var; ancak en çok düşündüklerini yapanlara ihtiyacı vardır. İnsanlığın huzuru, refahı ve barışı için olduğu kadar insanın insana göstermesi gereken tevazu, hoşgörü, nezaket, letafet kapsamındaki değerleri üretenler de düşünce insanlarıdır. Ben yerine biz demeyi düşünüp olgunlaştırırlarken, toplumların siyasi yöneticileri ister yerelde isterse de genelde olsun uygulama konum ve makamında olan kişilerdir.
Her çağın düşünenleri bilim, sanat ve kültürel ürünlerin korunması veya ortaya çıkması için çaba sarfetmişlerdir ancak ne yazık ki dolaysızca bakan ve dolaysızca her şeyi anlayan, anlamlandıran düşünürlerin önerilerini yapan, uygulayan çok az yönetici olmuştur. Önemli olanın bir mevkiye gelmek değil o mevkiye geldikten sonra oranın hakkını verebilmek olduğunu bilenler düşünürlerin önerilerini bilim ve sanatsal ürünlerle, eserlerle yapabilmişlerdir.
Doyumla alakalıdır
Düşünenlerle uygulayanlar arasındaki zihniyet farklılığı önemli bir sorun olarak karşımıza çıkar. Her geçen gün bu farklılık azalma eğilimi içerisinde olmalıdır. Düşünenler alim ve ariftir; bu üretimleri uygulaması gerekenler ise bey’dir. Alimlerin alim gibi beylerin de bey gibi olduğu toplumlar maddi ve manevi tüm katmanlarda mutluluğu hem yaşarlar hem de paylaşırlar. Maddi ve manevi tüm paylaşımlar onlara yönelik her şeyin doyumuyla alakalıdır.
Platon’un bin yıllar öncesindeki önerisi şöyledir: “Bir toplumu yönetenler felsefeci, sanatçı olmalıdır. Şayet değilse felsefeci, sanatçı ve kültür insanlarına ihtiyaç duymalıdır”. Düşünce insanının nezaket ve zarafeti doğal olarak ahlakına ve isteklerine yansır. Uygulayıcı konumda olanlardan beklenen de derin bir kulak ve duyarlılıktır. Düşünce insanında söz vardır; uygulayıcıda ise buna cevap verebilecek kulak olmalıdır. Bir şeyin nasıl yapılması gerektiğini bilen birisi için o şeyin nasıl yapılmadığı, yapılamadığını izlemek kadar zul başka bir şey olamaz.
Anadolu coğrafyası üzerinde binlerce bilim, sanat ve kültür eseri vardır. Her birinin nasıl korunması gerektiğini bilen düşünürlere yönetim konumunda olanlar cevap vermelidir. Ancak dolaysızca bakan ve dolaysızca anlayabilenlerin önerileriyle her algıyı çarpıtanların önerileri arasındaki farkı da bilmenin önemi büyüktür.
Eserler de miraslarıdır
Maddi kültürel miraslarımızı ve manevi zenginliğimizi her kim tüm özgünlüğüyle dile getiriyorsa o sözün içeriği uygulanmalı, inşa edilmelidir. Anadolu medeniyet katmanları arasında bağ kurmaktan yoksun olduğu için her kim bu katmanları kategorize ediyorsa o sözler değerleri değersizleştirdiği için değersizdir. Her şeyde bir şey olduğunu görenlerin, bilenlerin keşkeleri düşündüklerinin uygulanmasıdır. Bu yol ehli kişiler düşünce mimarlarıdır; bıraktıkları eserler de miraslarıdır. Miras yiyenler ayrıdır; miras bırakmak için çırpınanlar ayrıdır. Bu önemli farkı görebilen yöneticiler miras bırakmak için çırpınanların tarafında olurlarsa Anadolu bir çırpıda geçmişte olduğundan daha da güçlü şekilde ayağa kalkacaktır.
Yarısı mavi yarısı kırmızı olan Anadolu için ben yerine biz diyerek düşünebilenlere “Merhaba”.