Anadolu’da yüzyıllar boyunca önemli bir teşkilat olarak karşımıza çıkan Bacıyan-ı Rumlar usta çırak ilişkisi ile süreklilik göstermiştir
1071 Malazgirt zaferiyle Anadolu’nun kapıları Türklere açılır. Yaklaşık yüz yıl sonra Anadolu Selçukluları ile Bizans arasında günümüz Denizli ilinin Çivril kasabası yakınlarında bulunan Düzbel geçidinde yapılan Miryokefalon Savaşı sonrasında ise Anadolu kesin olarak Türk yurdu halini alır.
Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’ya birçok Türk boyu göç etmeye başlamıştır ve bu süreç Miryokefalon savaşının kesin galibiyet neticesiyle de devam etmiştir. Dalga dalga Anadolu’ya gelen bu göçler içerisinden zamanla Ahiyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum, Gaziyan-ı Rum ve Bacıyan-ı Rum adı altında zanaat ve tasavvufi düşünce dünyası merkezli teşkilatlar meydana getirilir.
İlk göç dalgasıyla gelen Türkler Anadolu’yu “Rum ülkesi” olarak isimlendirmişlerdi; eş deyişle Roma ülkesi. İsmi fail takısı ile de Anadolu’da yaşayan kişilere de rumi denilmiştir. Hz Mevlana’ya “rumi” denilmesi buna iyi bir örnek teşkil eder. Anadolulu Mevlana anlamını taşır.
Ahi “kardeş” teşkilatının kurucusu Ahi Evran tüm esnaf örgütlerini dürüstlük, doğruluk merkezli bir yapıda düzenlemiştir. Üretici, satıcı ve alıcı arasında doğrudan doğruya kurulan ilşki sayesinde hem ürün ve eserlerin kalitesi belirli bir seviyede tutulmuştur hem de ticarette keyfi fiyatlandırılmaların önüne geçilmiştir.
Ahi teşkilatı içerisinde kadın odaklı grubun adı Bacıyan-ı Rum’dur. Ahi Evran’ın eşi Fatma Hatun’un da bu örgütün ilk yöneticisi olduğu kabul edilir. Tasavvufi düşüncelerle yayılmacı bir anlayışı temsil eden Abdalan-ı Rumlar gibi, gaza ederek Anadolu’da yerleşmeyi amaçlayan Gaziyan-ı Rumlar içlerinden de önemli portreler karşımıza çıkar. Gözcü Baba, Kartal Baba, Garip Baba, Gül Baba önemli örneklerdir.
Neticede askeri fetihler ne derece güçlü olurlarsa olsunlar kültürel hizmetler ve buna bağlı olarak sosyal örgütlenmeler oluşturulmadan siyasi süreklilik devam ettirilemez. Keza Moğollar Anadolu’yu iki defa egemenlikleri altına almalarına rağmen kültür ve sanat alanında bir oluşum gerçekleştirmediklerinden dolayı Anadolu’ya yerleşememişlerdir, Anadolu’da tek bir kültürel eser dahi inşa etmemişlerdir. Ahi Evran, Türkmen kız ve kadınlarını başta dokumacılık olmak üzere birçok zanaat kolunda örgütlemiştir. Kadın Türk toplumunda sosyal hayatın dışarısında değil aksine tam merkezindedir. Kadının sosyal hayatın dışarısına itilmesinin sebebi dini anlayamayan yoz düşünce sahibi olan din adamlarının bağnaz yapılarıdır.
Geleneğin son temsilcileri
Anadolu’da yüzyıllar boyunca önemli bir teşkilat olarak karşımıza çıkan Bacıyan-ı Rumlar usta çırak ilişkisi ile süreklilik göstermiştir. Mürşit- mürit disiplin ve hiyerarşisi bu esnaf “lonca” örgütünün disiplinidir. Bacıyan-ı Rum kadın teşkilatı olası bir savaş ortamında silah bakım ve onarımı, iaşe temini, ulaşım gibi vazifeleri üstlenmiştir. Kurtuluş Savaşı mücadelemizde Kastamonu’da Şerife Bacı, Erzurum’da Nene Hatun, Bursa’da onbaşı Fatma bu geleneğin son temsilcileri olarak değerlendirilmelidir. Ana Tanrıça’dan başlayan dişil özdekli Anadolu coğrafyası 12. yy.’dan itibaren Bacıyan-ı Rum teşkilatıyla en ideal yapılanmasıyla devam etmiştir. Yeryüzünde ana, kadın karakteri yüklenen tek coğrafya Anadolu’dur. Şefkatli, merhametli doğalarını sosyal hayatın içerisine zanaatleriyle katan kadınları kız enstitüleriyle cumhuriyet dönemine kadar takip edebiliyoruz.
Evinde, atölyesinde ancak en iyi ip eğiren kadının eğirdiği ip pazara çıkabilirdi. Yani iyi iş çıkaran kişinin ipi pazarda müşteriye sunulurdu. Aksi halde eğirilen ipler düşük kalitede olursa pazara çıkarılmazdı. “İpliği pazara çıktı” deyiminin kökeni Bacıyan-ı Rum teşkilatının disiplin ve kalitesinden kaynaklanır. Günümüzde bu deyim son derece yanlış bir manada kullanılmaktadır.