Gerek küçük alem olan kainatta her gördüğümüz şekil ve biçimdeki eşyaların gerekse de büyük alem olan insanoğlunun can, beden ve ruhtan ibaret olan toplamındaki zahiri varlığının her zerresinin adı “aşk”tır. Tevhid (birlik) her şeydeki isim ve sıfatlarda şekil ve biçimsel olarak belirginleştirilmiştir. Lakin Tevhid’in zat olan özdeği ise sadece Yaradan’da saklıdır. Zat, “Bir şeyi o şey yapan ve o şeyi diğer tüm şeylerden ayıran özdektir”. Böylece Tevhid-i zat ile Yaradan’ı bizler ancak onun müsaade ettiği isim ve sıfatlarıyla görebilir, bilebilir ve anlayabiliriz. Yaradan’ın mutlak varlığı karşısında kişi ne denli yokluğa doğru yönelirse o denli de Yaradan’a yaklaşmış sayılır. Yaradanı tüm görkemiyle bilen, bulan ve görenler elbette adı aşk olan her şeyi çok severek Yaradan’a âşık olurlar. Keza aşk, sevginin en coşkulu hali olarak İbn-i Arabi tarafından tarif edilmiştir. Sevginin çoşkulu hali olan aşk ile insanlar birbirlerine yaklaşabildikleri kadar Yaradan da insanların kendisine yaklaşamasına müsaade eder.
İnsanoğlunun büyük bir çoğunluğu bir şeyi kaybettikten sonra arar. O şeye sahipken o şeyin değerinden yoksun olduğundan dolayı da birçok şeye değer biçmekten, değerli davranmaktan, değerini bilmekten uzaktır. Lakin bir gün sağlığı, başta anne ve babası olmak üzere ailesi ve arkadaşları, kıymetli olan bir eşyası veya her gün sürekli işine yarayan bir başka nesneyi kaybettiğinde aklına ve vicdanına seslenen birçok “keşke”ler hayatına intikal eder. Tıpkı sudaki balığın suyun kıymetini bilememesi gibi, bu gibi insanlar “bir şeyi kaybettikten sonra ararlar”. Kişiye göre değişken olmakla birlikte büyük ölçekli maddi ve manevi kazançlarda insanlar Yaradan’ı anmazlar ancak olası bir kayıp durumunda hemen Yaradan’a sığınırlar. Bu gibi durumlara “kaybettikten sonra aramak” denir. Oysa ki derviş meşrepli, sufi ahlaklı kişi Yaradan’ı her baktığı yerde, her dokunduğu şeyde bulmuş ve görmüş olduğundan dolayı adeta her an aşk sarhoşu gibidir. Ve Yaradan’ı her yerde (şükrederek), her şeyde (hamdederek), herkeste (eyvallah diyerek) bulmuştur. Onu, onun arzu ettiği gibi bulduktan sonra sıra şimdi Yaradan’ı bir başka türlü aramaya gelmiştir. Bu duruma “bulduktan sonra aramak” denir. Bir başka ifadeyle aşk sarhoşluğundan hiç uyanmak istememe durumudur. Sufinin sarhoşluğu şarapla sarhoş olanların sarhoşluğuna benzemez . Şarap ile sarhoş olanlar bir an önce uyanmak isterler. Aşk sarhoşu olanlar ise Yaradan ile olan bütünselliğin hiç eksilmemesi için adeta hiç uyanmak istemezler.
Aşk uyanıklıktır
Bulduktan sonra arayanlar Yaradan’a teslim olmuşlardır. Ondan ne gelirse gelsin rıza haline girmişlerdir. Sağlık, ölüm, maddi kayıplar ve birçok insani kayıptan sonra sessizlik ve sükunetlerini muhafaza ederler. Keza bir insanın olası bir kaybetme durumunda sessizliğini koruyabilmesi de Yaradan’ın bir lütfudur. O istemezse kişi hiçbir şey yapamaz, söyleyemez, dinleyemez...
Aşk; uyanıklıktır. Aşk kana kana her şeyde bir şey bulmak ve akabinde yine o şeyin en derinlerinde onu aramaktır. Bulduktan sonra arayanlar Yaradan ile bir başka türlü yaşarken vuslata ermişlerdir. Kaybettikten sonra arayanlar Yaradan’dan korkarlar. Çünkü insan bilmediği şeyden korkar. Yaradan’ı Yaradan’ın her yarattığında bulduktan sonra onu layıkıyla yaşamak için bir başka türlü arayanlar ise Yaradan’a aşıktır. Maşuk olan Yaradan’ı her şey ve yerde bildiklerinden dolayı da Yaradan’dan korkmaz Yaradan’a sığınırlar. Bilmeyen, bulamayan, göremeyen korkar. Bilen, bulan ise onun şefkat, merhamet, esirgeyen, bağışlayan isimlerine sığınır.
Aşk; adı kırmızı; makamı makamsızlık. Geldiği yer hayy, yöneldiği yer hû... Hayy’dan geldiğini bilen Hû’ya döndüğünü görenler “aşk ile kalsın”....