UNESCO Dünya Kültürel Mirası listesine alınan Göbeklitepe, insanoğlunun kültürel hafızasını üzerine çeken en görkemli yapılar topluluğudur.
Merhaba! Dağların dağ gibi, denizlerin deniz gibi olduğu Anadolu’dan... Merhaba seslenişi, kültürel derinlik, bütünsel anlamda özgürlük ister. “Merhaba”nın bu isteğine, yeryüzünde sadece Anadolu gerektiği gibi karşılık verebilir; çünkü M.Ö. 10 bin yılına ait olan Göbeklitepe’den daha derin (eski) bir yapı birimi dünyanın hiçbir yerinde yoktur ve dünyanın yine hiçbir yerinde Anadolu’da olduğu kadar çeşitli ve anıtsal değere sahip eserler yoktur.
Dini, sivil, askeri ve ticari tüm birikimlerin mimari eserler şeklinde yansımaları olarak kabul edeceğimiz kültürel miras örnekleri ile bezenmiş Anadolu’nun şu an için yüzük taşı elbette Göbeklitepe’dir. Tıpkı İstanbul ve Ayasofya gibi Göbeklitepe de tek başına bir yapıdır. Eş deyişle yeryüzünde hiçbir surette benzerleri yoktur.
M.Ö. 10 bin yılına ait olan Göbeklitepe‘de “T“ şeklindeki anıtsal taş blokların yer aldığı tapınaklar dairesel form olarak inşa edilmişlerdir.
Göbeklitepe tapınakları dairesel form olarak inşa edilmişlerdir ve her elli yıllık süreler boyunca kapatılıp bir başka tapınağın inşası ile yaklaşık bin yıl boyunca bu süreç devam etmiştir. Elde herhangi bir yazılı belge olamayacağından dolayı bu tip bilgiler yoruma ihtiyaç duymaktadır. Binlerce ton ağırlığındaki taşlar “T” şeklinde ocaklardan yontularak yüzlerce metre taşınmış ve daire şeklinde bu “T” ler yerleştirilerek tapınak alanı inşa edilmiştir. Kafası olmayan insan olarak yorumlanması gereken “T” şeklindeki bu anıtsal taş blokların yerleştirildikleri alanın zemini su geçirmeyen bir malzeme ile sıvanması başlı başına önem arzeder.
Kahramanları canlı tutmak
M.Ö. 10 binli yıllarda su geçirmeyen bir zemine bu insanlar neden ihtiyaç duydular? Elbette bu sorunun cevabı: Kan veya su ile icra ettikleri ayinler olmalıdır. Öte yandan her elli yıllık periyotlarla bir tapınağın toprakla kapatılarak yeni bir tapınağın inşa edilmesi de önemli bir cevap istemektedir. Bize göre kahraman kültünün tarihsel takvimdeki zaman dilimini göstermektedir. Yani M.Ö. 10 binli yılların Göbeklitepelileri arasında daha iyi avlanan, daha iyi kararlar veren birileri elbette diğerleri tarafından lider olarak ön plana çıkmıştır. Bu kişi ve kişilerin ölümleri sonrasında diğerleri onların anılarını bu tapınaklarda “T” şeklinde, bir anlamda büstleri ile canlı tutmak istemişlerdir. Eş deyişle aynı kuşak insanlar, yarattıkları kahramanları bu tapınaklarda var kılmışlardır. Bir sonraki kuşak kendi kahramanını yaratacak ve bu nedenle eski tapınak kapatılarak yeni tapınak inşa edilecektir.
“T” şeklindeki figürlerin üzerinde tilki, domuz, leopar, yılan ağırlıklı birçok hayvan kabartması vardır.
“T” şeklindeki bu ölü heykellerinin omuzlarını ifade eden yatay çizgi üzerinde görülen küçük küçük kuyucuklar da yoruma muhtaçtır. Bize göre, başı bedeninden ayrılmış insan şeklindeki taşların omuzlarına oyulan oyuklar su tutulması için özellikle yapılmışlardır. Tapınakların üzerinin açık olduğunu biliyoruz. Yağmur suları düştüğünde bu omuzlardaki çukurlara su dolar. Ve taşların suyu emme özelliği de göz önüne alındığında karşımıza yine su kültü çıkar. Hayatta iken en hayati öneme sahip olan su, ölüm sonrası da kahramanın en çok ihtiyacı olacağı unsur olarak düşünülmüştür. Eş deyişle Göbeklitepeliler ölüm sonrası hayata inanıyorlardı.
“T” şeklindeki bu insan figürleri üzerinde tilki, domuz, leopar, yılan ağırlıklı birçok hayvan kabartması vardır. Demir , tunç, bakır gibi madenler henüz bilinmiyor ve buna bağlı olarak da herhangi bir alette kullanılmıyorlardı. Buna rağmen son derece başarılı bu hayvan formlarını bu insanlar taşlar vasıtasıyıyla yapmışlardır. Son derece birikim isteyen bir çalışma olduğu için Göbeklitepelilerin inançsal ve sanatsal ürünleri olan tapınaklar baz alındığında düşünce dünyalarının geçmişi çok daha öncelere götürülerek Göbeklitepe’deki hayretlerimizi daha da derinleştirebiliriz. Göbeklitepe tapınakları tüm boyutuyla yorumlandığında din ile dinlerin kavramsal farkı ortaya daha da net çıkar. Bununla birlikte ezeli ve ebedi olan din, her zaman ve mekanda özgürce anlaşılamadığında dinlerin yaratımlarının kaçınılmaz olduğu daha da belirginleşir.