At Anadolu’da evcilleştirilmiştir tıpkı koç, koyun ve keçi gibi. Anadolu’nun yerli halkı olan Hattililer ile birlikte başlayan at- insan birlikteliği modern ticari ve askeri ulaşım araçlarının icadına kadar önemini korumuştur. Nitekim 20’nci yüzyılın başlarına kadar ticari, askeri amaçlarla kullanılan at günümüzde kısmen de olsa sosyo kültürel hayatın içerisinde işlevsel bir konumdadır.
Dağlık ve yerleşik toplumlardan ziyade, göçebe (çingene) ve yarı göçebe (Türkler) toplumlarda at hayatın merkezinde bir görev üstlenmiştir. Askeri ve ticari hayatın aracı olmasının getirdiği önemle toplumların sembol dilinin de figürü olmuştur. Sadakati, duygusallığı ve hızı sayesinde önceleri mitolojiye konu olmuştur; eş zamanlı olarak da kültür dünyasında kendisine yer bulmuştur.
Yas alameti
Helen (Yunan) mitolojisinde denizler ve deprem tanrısı Poseidon’la Medusa’nın çocuğu olan Pegasus al renkli olup mitolojik birçok anlatıda başroldedir. Kanatlı ve beyaz renkli olan Pegasus’un Kırgız Türkleri’ne ait Manas destanındaki karşılığı Tulpar adlı attır. Tulpar’ın rengi turkuaz olup Pegasus gibi kanatlıdır. Dokuzuncu katta hüküm süren Tanrı Ülgen’e insanların haberini ulaştıran bir görevde karşımıza
13. yüzyıl Anadolusunun en karakteristik portrelerinden bir tanesi Nasreddin Hoca’dır. Eskişehir Sivrihisar kasabasının Hortu köyünde dünyaya gelen hoca, 1284 yılında Konya’ya bağlı Akşehir’de vuslata ermiştir. Yaşamış olduğu dönemde Hz. Mevlana, Yunus Emre, Şems Tebrizi, Ahi Evran ve Sadrettin Konevi gibi sufilerle hem çağdaştır hem de aynı coğrafya içerisinde bulunmuştur. Devrinin siyasi, dini aktörleri başta olmak üzere toplumun her kesimini hedef alarak öğretici, eğitici uyarılarda bulunmuştur.
Günümüz dünyasına cevap
Nasreddin Hoca’nın fıkraları tahlil edilmelidir. Keza bu fıkraların ne anlattığından daha ziyade ne anlatmak istediği önem arz eder. Hocayı, anlatmak istediklerini anlamaya çalışarak tanıyabiliriz. Vermek istediği mesajlarını başta eşeği, karısı, komşuları ve dönemin kadıları üzerinden aktarır. Duygu ve düşünceleri karakterize ederken toplumu sürekli uyarır ve onları doğruya yönlendirir.
Nasreddin Hoca’nın günümüz dünyasına da cevap veren bazı fıkralarıyla sufi dünyasına bir başka kapıdan girelim...
Günün birinde hoca eşeğine ters biner. Bu durumu gören komşuları: “Aman hoca! Eşeğe ters binilir mi?” Hoca- “Ben eşekle aynı yöne bakamam” diyerek topluma önemli bir
Batıl inançlarımızdan biri olan tahtaya vurma eylemiyle tanrılar tanrısı Zeus arasında nasıl bir ilişki var? Bu sorunun cevabı mitolojide bakın nasıl veriliyor?
Doğaüstü sebep-sonuç mantığı içeren tutum, davranış ve bunlara bağlı olarak geliştirilen inançsal beklentilere batıl inanç denir. Başımıza gelebilecek kötü şeyleri kendimiz ve yakınlarımızdan uzak tutmak için yapılan bir eylem olan “tahtaya vurma” köken itibarıyla dikkate değer.
Üçüncü kuşak Helen tanrılarının lideri Zeus, bu unvan ve iktidarını babası Kronos’u tahtından indirerek elde eder. Kronos ve diğer ikincil yaratıklarla yaptığı uzun savaşı onlara aralıksız fırlattığı şimşekleri vasıtasıyla kazanmıştır. Her ne sebep olursa olsun kızdığı zaman insanlara ve diğer tanrılara şimşeklerini gönderir.
Gazap ve korku
Helen kültür dünyasının kurucusu olan Zeus’tan korkan insanoğlu onun yine kendilerine sinirlendiğini yeryüzüne düşen şimşeklerden yola çıkarak anlıyordu. Eş deyişle, doğal bir olayın gerçek sebebini bilmedikleri için bilim dışı karşılık veriyorlardı. Zeus önceki dönemlerde tufan göndererek atalarını sel sularıyla boğmuştu. Bu felaketi sürekli bilinçlerinde taşıyan insanlar Zeus’un gazabından her zaman korkuyorlardı.
Ş
Edebiyat eserlerini zengin bir dil bilgisi ve ona bağlı oluşan üslup edebi yapar.
Bu nedenle Türk dili, Türk edebiyat tarihi eserleriyle öğrenilmelidir.
Edebiyat millet olmanın en temel göstergesidir. Sözlü ve yazılı edebiyat ürünleri, toplumların sosyokültürel yapılarını her yönüyle tespit eder ve tanınmalarını sağlar. Edebiyat ürünleri vasıtasıyla toplumların milli şuurları hissedilir.
Savaşlar, göçler ve tabii afetler, toplumun yaşam biçimindeki değişiklikler, aşk ve doğadaki güzellikler edebiyata etki eden olaylardır. Toplumların tarihsel süreçte oluşmaya başlamasıyla beraber o toplumun duygu ve düşünceleri, tarihsel eylemleri, sanatsal ürünleri ve psikolojilerinin takip edilmesinde edebiyat ürünlerinin etkisi oldukça önemlidir. Böylece mevzubahis milletin edebiyatı aynı toplumun başta sosyoloji ve tarihiyle iç içe girmiştir. Sanat ve din birlikte ve ayrı ayrı tarihsel, toplumsal ve işlevsel olarak ifade edilir. Sanat tarihi, din tarihi gibi. Edebiyatlarını oluşturabilmiş milletlerin de edebiyat tarihleri son derece geniş bir yelpazeye sahip olmakla birlikte kendine has üslubuyla kültür dünyasının estetiğini meydana getirir.
Edebiyat ve Tanzimat
Türk edebiyatında “edebiyat”
Anadolulu coğrafyacı Strabon yaklaşık 2 bin yıl önce Anadolu’yu kültürel yapısı ve coğrafik özelliklerine göre bölge bölge gezmiş, son derece kapsamlı bilgiler vermiş ve “Strabon Coğrafyası” adı altında önemli bir kaynağın günümüze ulaşmasını sağlamıştır. Bu eser, Anadolu kültür tarihi ile ilgilenen araştırmacılar için ciddi bir kaynak özelliğini halen korumaktadır.
Tarih, arkeoloji ve inanç mutlaka mitoloji alanına da girilerek incelenmeli ve anlamlandırılmalı. Mitolojiye hayal ürünü sözler (hayal gücü) ve gerçeğe dayalı alan (logos) olarak bakılmalı. Her birini var oldukları / edildikleri dönem içinde hem ayrı ayrı hem de birlikte düşünmeliyiz.
Tabiat olayları ve insan
Mitos insanın hayal gücüne hitap eder ve insanın ilgisini üzerine çeker. Hayal ürünü olan anlatılarla mitolojiye yaklaşan biri elbette zaman içinde bu olayların gerçekliklerini sorgulamak ister. Mitosun anlattıklarından dolayı mitolojiye ilgi duyan birisi onun gerçekte ne anlatmak istediğini zamanla merak eder. Böylece dünyası anlatılarının derinliğinde logosu (gerçeği) aramaya başlayarak kendisine yeni bir alan açar.
Tabiat olaylarının (sel, deprem, şimşek, Ay ve Güneş tutulması vb.) etki ve izlerinden insanoğlunun
İngiliz, Fransız ve Anzaklardan oluşan 25 bin kişilik sömürgeci Batılı güçler 25 Nisan 1915’te Çanakkale, Arıburnu’ndan karaya çıkarak hızla Conkbayırı’na doğru ilerlerler. 19. Tümen komutanı Mustafa Kemal, tümenine bağlı üç alaydan biri olan 57. Alay’ı Kanlısırt’a doğru yönlendirir. Alay komutanı Yarbay Hüseyin Avni Bey komutasındaki bu yiğit alay sadece 628 Mehmetçikten ibarettir.
Kan emen zihniyet
Emperyal amaçları için her türlü bahaneyi yaratmakla meşhurdur Batı toplulukları. Binlerce yıl önce yine Çanakkale bölgesinde bulunan Troya şehrini kız kaçırma bahanesiyle yakıp yıkmış, ellerine geçirdikleri hazineleri alıp götürmüşlerdir. Kalan hazineleri yüzyıllar sonra Heinrich Schliemann adlı bir başka soyguncu çalıp götürecektir.
Her çağın siyasi, inançsal, askeri, ekonomik yapısına göre türlü politikalar, bahaneler geliştirerek başta Afrika ve Asya olmak üzere dünyanın kanını emen bu zihniyet çağımızda da farklı bir görünümde değildir. Doğu medeniyettir; bu dairenin içeriğini kültürel eserlerle birlikte insani değerler meydana getirir. Doğu dünyası başta Hitit, Selçuklu, Osmanlı olmak üzere Batı’ya doğru genişlerken idaresi altına girenleri her şeyden önce insan olarak görerek
Dünya uygarlık tarihinin bilim, kültür ve sanat yaratımlarının ilk örneklerinin verildiği yer Anadolu’dur. Şayet bir insan kendisine “Neydim, ne oldum, ne olacağım? Neredeydim, neredeyim, nereye gideceğim?” sorularını sormuyorsa onun ve benzer kişilerin oluşturduğu toplumda sorunlar vardır.
Anadolulu kimliğini benimseyememiş olmanın doğurduğu sonuçların en önemli göstergesi şudur: Kimileri Batı’nın sempatizanı, kimileri de eski Doğu’yla artık bir ilgisi kalmayan şimdiki Doğu’nun yobazı görünümündedir. Oysa medeniyet genişliğinde Güneş, Anadolu’dan doğar; Ay Anadolu’da yükselir. Bu kadim doğum ve yükselişi günümüz Anadoluluları anlamlandırmak durumundadır ki yeniden (geçmişte defalarca olduğu gibi) dünyanın önder kara parçası olabilelim.
Bizden beklenenler
Anadolu tüm potansiyelini her şeye rağmen muhafaza etmektedir. Anadolu’nun bizden beklediği bilinmek ve tanınmaktır. Kişinin yaşamış olduğu evini tanıyamaması garip bir durumdur. Evinin adresini bilemeyen, kaç odası olduğundan haberi olmayan, bahçesindeki ağaçlardan habersiz birini kimse dikkate almaz. Anadolu da bizim evimizdir. Nehirleri nehir gibi, dağları dağ gibi, denizleri deniz gibidir.
Tarsus, Kars, Assos, Kapadokya,
Aşk mezhebinin en yüksek aşığı Hz. Mevlana’nın beslendiği kaynak Kuran-ı Kerim’dir: “Bu canım tende oldukça Kuran-ı Kerim’in kölesiyim”
Bilgeler öğüt vermezler; zaman zaman tavsiyelerde bulunurlar. Cemali, celali ve nihayetinde kemali tüm güzelliklerle insanoğlunu tanıştıran aşıklardan biri olan Hz. Pir’in (Mevlana) düşünce dünyasından yaşamamıza yönelik bazı düşünceleri hatırlatırken hatırlamak her zaman gözleri nemlendirir. Onların gönül yanışlarına kişi ne kadar yaklaşırsa o kadar gözyaşlarını tadar. Keza “tatmayan bilemez”.
Hz. Pir kendi tabiriyle başlangıçta aşk’ın kafiri (aşk’tan habersiz) iken “Hem ben bendim hem de sen sendin” meşrebindeydi. Aşk ile tanıştıktan sonra onunla olan haşır neşirliği sırasında ise aşk’ın gösteren aynası olma halini hal ederek bu defa “Hem sen bensin hem de ben senim ey güzel” diyecektir. Aşık olmakla yetinmeyerek aşk’ın aynası olma sorumluluğunda her gün yeniden doğan Hz. Pir aşk mezhebindendir. Aşk mezhebinin en yüksek aşığı Hz. Pir’in beslendiği kaynak Kuran-ı Kerim’dir. “Bu canım tende oldukça Kuran-ı Kerim’in kölesiyim. Ben seçilmiş Muhammed’in ayağının tozuyum” diyerek ana kaynağını işaret eder. Akabinde de şöyle der: “Biz pergel gibiyiz