Ürgüp ilçesine 15 kilometre mesafedeki Keşlik Manastırı günümüze kadar oldukça iyi bir şekilde korunmuş olması yönüyle dikkat çeker.
Denizin deniz gibi olduğu tek deniz Ege’ye başını yaslayan Anadolu’nun orta yerinde Kapadokya (kutsal ırmağın kolu) bölgesi; coğrafi güzelliği, dini kimliğiyle birlikte Anadolu’nun (dolayısıyla da dünyanın) göz bebeğidir. Kültür tarihimizin dini, ticari, askeri, mimari eserlerinin önemli örnekleri ile donatılmış olan Kapadokya’da bakışları üzerine çekmesi gereken en önemli yapı topluluğunun başında “Keşlik Manastırı” gelir.
Erken Hristiyanlık dönemi inanç yapılarının münzevi hayata yönelik birimlerinden olan manastırlar ilkin Sina Yarımadası’nda görülür. Terk-i terk ve terk-i dünya adı verebileceğimiz inançsal yöneliş ve buna bağlı olan yaşamsal tercihlerin ürünleri olan manastırlarda keşişler, sessizliklerini kalın duvarlarla örtülü hücre, oda, salon, şapel, ayazma ve kiliselerde yaşamışlardır. Manastırlarda keşişler kavramsal olarak ne denli serin ve sessiz yapı oluşturabilirlerse o denli derin düşünce dünyaları inşa ederlerdi. Bir diğer deyişle, manastır mimarisini keşişlerin Hz. İsa’ya ve Meryem Ana’ya yönelik inançsal yaklaşımları
Tasavvuf edebiyatının da dikkatini çeken lale sonsuz sürekliliğin edebi sembolü olarak görülmüştür.
Klasik Türk edebiyatında çiçeklerin önemi malumdur. Gülün bahçelerde, edebiyatta ve sanat dünyasındaki güçlü egemenliğini sadece çok ciddi bir rakip olan lale sarsabilir. Lale şahıslarda güneyli çekik gözlü sevgiliyi, uzuvlarda elma yanağı, eşyalarda kadehi, kozmolojide ise tüm dolgunluğu ile Ay’ı sembolize eder. Hava, toprak, su ve ateş arasında sadece ağırlığı olmayan ateşle de varlıktaki yokluğun rengarenk halleriyle ifadesidir.
Lale; hiç neden demeden vardır bir sebebi diyen maşuğun aşığa olan aşkının sessizliğidir. Etraftaki bunca kalabalıklara rağmen gözlerini kapayan, kulaklarını sağır edip kendisini topluma feda ederek sevgiliyi koruyan sevgilinin sessiz bekleyişidir. İçi ağlarken dışarıya renkleri ve halleriyle halini göstermeyendir.
Önemli bir motif
15. yüzyıldan itibaren edebiyatımıza iyiden iyiye yerleşen laleyi ilkbaharla birlikte gerek biçimi gerekse de içeriğiyle birlikte en iyi ifade eden şair Nedim’dir.
“Erişti nevbahar vakti açıldı gül ü gülşen; çerağan vakti geldi lalezarın didesi ruşen”
Lale tasavvuf edebiyatının da dikkatini çekmiştir. Harflerin rakamsal değerl
Her elli yıllık periyotlarda eski tapınağın oldukça uzak bir yerden getirilen topraklarla kapatılarak bir başka tapınağın yapılmış olması Göbeklitepe için cevap bekleyen sorulardan bir tanesidir.
Anadolu ve dolayısıyla dünya uygarlık tarihinin en derinlerinde “Göbeklitepe” tapınağı karşımıza çıkar. Güneşin bahçesi, denizin yüreği, Hatti ülkesi ve altıncı kıt’a olarak çeşitli milletler tarafından adlandırılmış olan Anadolu coğrafyası üzerinde biçim ve içerik özellikleriyle yalnızca kendisine benzeyen birçok kültürel miras eser ve yerleşkelerimiz vardır. Kültür bir şeyin varlık nedeni olduğundan sanat eseri doğal olarak onun göstergesi olacaktır. Ve her kültürel birikimin temelini inanç oluşturur. İnsanoğlunun çoğunluğu ihtiyacı olanı yaratmakta her dönem gecikmediği gibi korku ve endişe kaynaklı tüm yaratımlarını da başlangıçta bir obje ardından bir idol ve son olarak bir tapınak şeklinde biçimlendirmiştir.
50 yıllık zaman farkı
Dairesel bir plan ile “t” şeklinde kayalardan yapılan tapınak alanının büyüleyici görünümleri, birçok hayvan kabartması ve geometrik semboller anlam bilimsel olarak çözüm beklemektedirler. Anlamlı olanı her zaman dönemine göre anlamlandırmak gerekir. M.Ö.
İnsan kimdir? Doğasına göre yaşayabilendir; kendi istek ve arzularına cevap vermekle birlikte bu istek ve arzularında bütünsel bir birliktelik yaratabilendir.
Hiçbir nehir asıl kaynağından yola çıktıktan sonra nihai hedefi olan denize az veya çok kirlenmeden ulaşamaz. İnsanoğlu da nehir gibidir. Yaradanın zamana ve mekana göre görevlendirdiği peygamberleri dışında her insan tıpkı bir nehir gibi dünyaya geldiği andan kısa bir süre sonra (aklının ve nefsinin istek ve arzularına uyarak) yavaş yavaş kirlenmeye başlar. Ve bu kirlenmenin en hızlı yaşandığı evre orta yaşlılık döneminde gerçekleşir.
Her insan günah işler. Keza Yaradan bunu bildiği ve gördüğü için şefkat ve merhamet kapılarını tövbe ile insanoğluna açmıştır. Bu bağlam ve anlamda günah işlememek için Yaradan bize gerekli tüm detayları vermiş olmakla birlikte beşer bir yaratılmış olduğumuzdan dolayı da tövbe kapısını açık bizlere merhametini bağışlamıştır. İrili ufaklı her gün onlarca günah işlememize rağmen tövbe edemiyorsak Yaradan’ın merhamet kapısından da yararlanamıyoruzdur. Hem kusur işlemekteyiz hem de kusurlarımızdan haberdar değiliz. İnsan kusurlarıyla yüzleşebilirse o zaman af kapısına dayanır ve kirlenmemekten
Siyah benekli, kırmızı renkli çiçeği olan gelincik başta Romalıların kültür dairesi içerisinde ve Osmanlı divan edebiyatında etkileyici anlamlarla karşımıza çıkar.
Mart ayının ikinci yarısından itibaren başta cennet bahçesi olarak adlandırdığımız Güneydoğu Anadolu bölgesi olmak üzere Akdeniz üzerinden Ege’ye doğru tüm coğrafyamız üzerinde nebat dünyasının ilkbahara özgü çiçeklerinden olan gelincikler boy göstermeye başlar.
Toplumlar yaşamış oldukları coğrafyalarda etraflarında dikkatlerini çeken bitki ve hayvanlara çeşitli anlamlar yüklemişlerdir. Bu bir çiçek, ağaç, dağ, nehir veya hayvan olmuştur. İnandırıcılık özelliğine, şekilsel ve biçimsel durumuna göre de aynı motif bir başka toplum tarafından kendi kültür dünyası ve inanç dairesine göre yeni bir anlam yüklenerek veya aynı anlamı muhafaza ederek benimsenmiştir.
Dağların ortası siyah benekli, kırmızı renkli çiçeği olan gelincik başta Romalıların kültür dairesi içerisinde ve Osmanlı divan edebiyatında oldukça etkileyici anlamlarla karşımıza çıkar. Anlamlı olanı her zaman dönemine göre anlamlandırmak gerekir. Bu bağlamda gerek Roma gerekse de Osmanlı edebiyatında “kara sevda”ya düşmüş kişileri ifade etmesinden dolayı anlamsal
Yaz ve kış ayları tabiatsal takvimde pasif mevsimlerdir. Hayati öneme sahip mevsimler ilkbahar ve sonbahardır. İçinde bulunduğumuz mart ayı hem tarihsel hem tabiat açısından hem de dinsel tarih için önemli birçok güne sahiptir.
İnsanoğlunun uygarlaşmaya doğru gitmesi avcı- toplayıcı yaşam biçiminden yerleşik hayata geçmesiyle başlar. Başta koç, koyun olmak üzere hayvanları evcilleştiren insanoğlu kısa bir zaman sonra buğdayın sırrını da çözerek tarımsal faaliyetleri başlatır. Keza; güneşin ülkesi olan Anadolu’da insanoğlu yerleşik hayata geçmiştir. Arkeolojik tüm veri ve buna bağlı yorumlar doğrudan Anadolu’yu işaret etmektedir.
Yerleşik hayata geçen insanoğlunun ekonomisi tarım ve hayvancılığa bağlı olarak yüzyıllar boyunca devam eder. Bu uzun süreç boyunca yeryüzü ve gökyüzündeki tabi hareketler, mevsimsel değişikliklerin sebep ve sonuçlarına yönelik sorulan bilimsel sorular ilgi çekicidir. Henüz tabiatın sırrına vakıf olamayan insanoğlu tabiata doğrudan bilimsel soru sorar; ancak bilimdışı karşılıklar verir. Yaşamsal öneme sahip bu doğaya yönelik sorulara yüzyıllar içerisinde bilimsel cevaplar bulan insanoğlu için artık tabiatsal takvim oluşturulmuştur. Yaz ve kış ayları
Anadolu deyince aklıma Adonis ile birlikte ilkbahar gelir. Renkler yeşil ve mavi. Anadolu deyince aklıma Dionisos ile birlikte sonbahar da gelir. Renkler sarı ve kızıl.
Mart ayı ekonomileri ve yaşam tarzları yağmaya dayalı toplumlar tarafından savaş ayı olarak anlamlandırılmıştır. Zor ve çetin kış şartlarında hareket kabiliyetleri bulamayan barbarlar mevsimsel olarak iklimin yumuşamaya başladığı ilkbaharla birlikte savaş hazırlıklarına başlardı.İnsanoğlunun bu yağmaya dayalı ihtiyaç ve istekleri onların tanrılarını da bu doğrultuda yaratmıştır. Keza savaş tanrısı Mars böyle bir anlayışın ürünüdür. Çünkü insanoğlu neye ihtiyaç duyarsa onu yaratmış, neyi yaratmışsa da hemen onu kendi istek ve arzularına göre biçimlendirmiştir.
Osmanlı’da mesir macunu
Bununla birlikte ekonomileri tarım ve hayvancılığa dayalı toplumlarla yerleşik yaşam şeklini özümsemiş olanlar için mart ayı tabiatın yeniden hayat bulmaya başladığı ay olarak değerlendirilmiştir.Tabiat üzerindeki ölü toprağını atarak bir kez daha tüm görkemiyle, güzellikleriyle ürünlerini dağıtmaya başlamıştır. Ekonomilerini tabiatın sunumları üzerine şekillendiren toplumlar da yılın ilkbaharı olarak kavramsallaştırdıkları ay olan mart
Kadınların kültür dünyasına ilk adım attıkları Anadolu’dan dünyadaki tüm kadınlara 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için “Merhaba”
Erkek ve kadından ibaret olan insanoğlunun arasında kadın kültür; erkek ise doğadır. İnsanoğlu henüz dönemsel koşullar yeterince oluşmadığından dolayı maddi ve manevi anlamda mülkiyet kavramıyla tanışmadan önce birlikte (kadın ve erkek) avcılık ve toplayıcılıkla yaşamlarını sürdürmüştür. Her ikisi de doğanın koşulları içerisinde belirgin bir iş bölümü üstlenmeden avlanıyorlardı. Ancak kadın sebebini bilemediği bir şekilde hamile kalır ve hamileliği takip eden aylar boyunca iyice ağırlaşan vücudunu taşıyamaz ve erkeğe göre sık sık oturmaya başlar. Doğum sırası ve sonrasında da koşullar gereği oturma süresi uzar ve belirli bir alan içerisinde kalır. Kadının biyolojik doğurganlığının süresi neticesinde oturması onun erkeğe göre yerleşik hayata geçmiş olduğunu gösterir.
Kültür kapılarını açmış
Erkek av peşinde koşarken, avları ile adeta ölümüne savaşırken kadın oturarak doğadaki hayvanlarla da bir anlamda barış ilan etmiştir. İnsan hayvanlara zarar vermediği sürece hayvanlar olağanüstü şartlar oluşmadıkça insana zarar vermezler. Eş deyişle hareketli erkek ile