Urartu dönemi başkenti olan Tuşpa, bugünkü adıyla Van şehri, coğrafi güzellikleri ve kültürel miras eserleriyle Anadolu’nun en etkileyici yerlerinden birisidir.
M.Ö. 900 ile 700 yılları arasında Doğu Anadolu bölgesinde hüküm sürmüş olan Urartu medeniyetinin başkenti Tuşpa (Van) bütünsel anlamda görkemini günümüze kadar taşıyabilmiş bir yerleşkedir. Orijinal isimleri “Biani” olmakla birlikte zaman içerisinde Urartu olarak adlandırılan bu mühendis kavmin dini ve askeri kültürel miras eserleri, günümüz Van şehri başta olmak üzere birçok bölgede karşımıza çıkmaktadır.
Ahtamar Kilisesi, Van Gölü‘ndeki Ahtamar Adası‘nda yer alıyor.
Ahtamar Kilisesi, Van Gölü‘ndeki Ahtamar Adası‘nda yer alıyor.
Hitit (Nesili) devletinin etki alanının zayıflaması ve akabinde tarih sahnesinden çekilmesi üzerine oluşan kaotik ortam sonrasında Doğu Anadolu’da bağımsız ve güçlü bir devlet oluşturan Urartuluların en önemli kralı Sarduri’dir. Siyasi ve dini hiyerarşinin en üst noktasında olan Urartu kralları, baş tanrı “Haldi”nin koruması altında olduklarına inanırlardı. Ölüm sonrası hayata olan güçlü inançlarının en büyük belirtisi; kaya oyma mezarların genişliği ve fonksiyonel düzenlemesidir. Ölen kişinin
Yaradan’a yaklaşmak için bir fırsat olan oruç, namaz ve zekat ile elde edilen değerler tüm yıla yayıldığı takdirde, Yaradan o kulunu gül suyu ile sürekli donatır.
Hicri takvime göre bir yıl Muharrem ayı ile başlar; Zilhicce ayı ile son bulur. On iki ay sırasıyla Muharrem, Sefer, Rebiülevvel, Rebiülahir, Cemaziyelevvel, Cemaziyülahir, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce. Bu aylar içerisinde Kuran-ı Kerim’in Yaradan tarafından Hz. Peygamber’e (sav) indirilmeye başlandığı an olması münasabetiyle Ramazan ayı önem arz eder. Öte yandan kul olan insanın, Yaradan’a nefsini bilerek daha da yaklaşabilmesi için oruç ibadetinin Ramazan ayına dahil edilmesi münasabetiyle mübarek sıfatı ile işaret edilir.
Hz. Peygamber her yıl Ramazan ayının son on günü cemaatten uzaklaşarak tek başına sessizliğe çekilirdi. Sessizliğin kazandırdığı sükunet, mekansal genişliğin kazandırdığı huzur ile bismillah, şükrülllah, hamdullah demenin manevi gıdalarıyla ruhunu beslerdi. Ruh ne kadar maneviyatla beslenirse, gün boyu aç bırakılan beden o denli terbiye edilir. Bedenin istek ve arzularına karşı ruhun Yaradan’a olan hasretine yönelik feryadı, sessizliğin kendine mahsus nağmeleriyle göklerde yankı
Bilen anlamalıdır bilmeden kötülük yapanları; bilenin sorumluluğu bilmeye meyledenlere yol açmaktır, bilmeyenleri de yola sokmaktır
Tasavvuf dünyasının içerisinde olmanın göstergesi sınavlardan geçmektir. İyiliklere misli ile karşılık verebilmek gerekir. Keza almak değil vermek yakışır yol ehli olan kişiye. Öte yandan kan veya yol bağımız olmakla birlikte yolumuz üzerinde karşımıza çıkan insanlara yaptığımız iyiliklere karşılık onlardan gördüğümüz kötülükleri hoş görmek ise “er kişi” olan tasavvuf ehlinin ahlakıdır. Yol ehli, yol boyunca bu davranış ve hallerle yol alır. Zaten bu şekilde davranamazsa yolda kalır... Kimi insanlar ise kendilerine yapılan tüm iyilikleri hiçe sayarak kendi meşrepleri, nefsleri, istek ve arzularının sebepleriyle kendilerine iyilik yapan insanlara vefasızlık ederler. Eş deyişle iyiliklere kötülük ile karşılık verirler ki bu insanlar “şer” odaklıdırlar. Hz. Mevlana’nın ifade ettiği gibi: “İyiliğe iyilik her kişinin işidir; iyiliğe kötülük şer kişinin işidir; kötülüğe iyilik ise er kişinin işidir.”
“Allah hayretini artırsın”
Tasavvuf yolcusu olan dervişler birbirlerine ve yol boyunca karşılarına çıkan herkese “Allah hayretini artırsın” diye dua ederler. İyi
Nefsini bilenin kendisini bilmesi güzeldir; kendisini bilenin de Yaradan’ı bilmesi muhteşem bir şeydir.
Merhamet, şefkat, vefa, edep, tevazu ve erdemle henüz yeterince tanışmamış insanların, ahlaklarıyla tanışmalarına sebep olacak ay olan Ramazan ayı mübarek bir aydır. Önemli olanın insan olarak doğmak değil, insan olarak yaşamak olduğunu bilenler her Ramazan ayı içerisinde ve oruç vasıtasıyla hem kendilerini iyiden iyiye insan olarak Yaradan ile kavuşma anına hazırlarlar hem de insanlıktan haberdar olamayanları hal diliyle uyarırlar. Hal dilini kullananlar, sadece insanlığı gereği anlatmakla kendisini yükümlü görürler; asla karşısındakini ikna etme derdinde olmazlar. Keza sufi meşrepli kişiler kalbe, kulağa, akla göre konuşurlar. Kimseye kaldıramayacağı eylemleri göstermezler, sözleri söylemezler. İkna etme durumunda gürültü patırtı eksik olmaz. Katı kalpler çabuk kırıldıkları için sufi kalpleri yumuşatırken kırmak istemez. Neticede bu dünyada her şey inceliğinden kırılır, sadece Yaradan’dan uzak kaldığı için kalbi kalınlaşanlar kalınlıklarından çok çabuk kırılırlar.
Adı gül, gönlü gülistan
Ramazan ayının mücevheri elbette bedenin sahur ile iftar arlığından dinlenmesini ifade eden
Oruçlu geçirilen günü bedeni aç ve susuz bırakmak olarak bilenler sadece kendilerine ızdırap ederler. Ve bu kişilerin iftar vakti nefislerini saatlerce hiçbir nimet doyuramaz
Oruç nefsin tüm istek ve arzularını bilerek onları kontrol altında tutmak ve buna bağlı olarak da ruhun yönelimlerine cevap verebilmenin en muhteşem pratiğidir. Tatmayan hiçbir şeyi bir şey haline indirgeyemez. Ramazan orucu haricinde yıl içerisinde gerçekleştirilmesi gereken perhizler sayesinde insan nefsin tüm istediklerini değil bedeninin ihtiyacı olanları tespit eder. Böylece hem beden ağır bir yükten korunur hem de ruh bedenle fazla zaman kaybetmekten kurtulduğu için yükselir. Ruhun yükselmesiyle kişi başta israf olmak üzere birçok aşırılıktan uzak kalır. Nefse bağımlı maddi tüketicilik kontrol altına alındığı taktirde manevi olarak her şey değerini muhafaza eder. Nefs ben odaklı tüketir, değersizleştirir; aşk ise biz merkezli paylaştırır, değerlendirir.
Nimetlerin değerini anlamak
Ramazan ayı ile birlikte bir kez daha Yaradan’ın kullarına verdiği tüm maddi ve manevi imkanların değerini bilme olanağına sahip oluyoruz. Ramazan ayı içerisinde orucun süsü zekat vermektir. Ve zekat hem maddi hem de manevidir.
Hikayesi binlerce olan Anadolu’da hikayeciler azaldı, hikayeden habersizce yaşayanlar ise çoğaldı.
Kültür, sanat ve tarih bilgisi, insanlara öncelikle yaşadıkları ülkeyi tanıtır; bu eğitime bağlı olarak da sevdirir. Vatanı sevmenin temel koşulu o vatanın bütünsel anlamda kültür ve mirasını tanımaktan geçer. Sığ olduğu kadar seviyesiz şikayetlerin tamamının altında bilgi noksanlığına bağlı görgüsüzlük yatar. Anadolu’da doğup büyümüş olmakla birlikte Anadolu kültür ve medeniyetlerine (cahil veya şımarıkça) hiç ilgi duymamış olanların Anadolu’dan şikayet etmeleri ironik bir durumdur. Anadolu, üzerinde yaşayan bu güruhtan şikayetçidir.
Bir kısım yurtttaş düne ait ne kadar değer varsa birçoğunu şimdiki zamana bilgece taşıyamamanın verdiği bağnazlıkla geçmişe öykünürken, bir diğer (kendisini okumuş olarak addeden şımarık lümpen sınıf) ne bildiğini bilen ne de bilmediğini bilen sözde okumuş grup ise Batı’ya kimlikten uzak bir şekilde sempati duyarak bir başka türlü bağnazlık içerisindedir. Anadolu’nun görkemli değerleri ile tanışmamanın verdiği cehaletle her iki grup da kimliksiz ve kişiliksiz bir davranış örneği sergilemekteler. Şayet bir toplum geçmiş kültürünün tahlilini yapmamış ise o
Bir insan kendisinde beğendiği veya beğenmediği davranışlarının derecesini öğrenmek için kendi kendisine aralıklarla dava açmalıdır. Kişi kendisinde beğenmediği bir tarafını düzeltirse o kişi mucize gerçekleştirmiş demektir.
Günlük hayatın rutin seyrinde hayatı ıskalamamak için kimlik ve kişilik sorgulaması yapılmalıdır. İstek ve arzular yerli yerinde belirlenmelidir. Toplumun yüklemiş olduğu kişiliksiz kişilikler vasıtasıyla insanlar ne yapmak ve yapmamak istediklerini tam olarak kavrama zorluğu çekmektedirler. Kendi istek ve arzularımıza mı cevap veriyor? Yoksa toplumun beklentilerine mi cevap vermeye çalışıyoruz?
Kişi durağan olduğu takdirde bu kısır döngüde hayatını mutsuz bir şekilde sürdürür. Mutsuzluğun en temel göstergesi, kişinin sık aralıklarla şikayet etmesidir. Üstelik şikayetçi olduğu her şeyi terk etmemesi de ayrı bir ironik durumdur. Sanırım birçok insan bu ironik durum içerisinde.
Zamana ve mekana göre ahkam verilmesi gerektiğinden dolayı kişinin mutluluk yolunda kendisi için yapması gereken ilk iş, toplum içerisinde tek başınalığın yaratacağı özgürlüğe doğru yönelmek olmalıdır. Keza sadece özgür insanlar bilgelik yoluna dahil olabilirler. Bilge adayı, bu yolda yol
Kakava adı verilen bayramın en önemli ritüeli 5 Mayıs gün batımından sonra yakılan ateşin etrafında başlayan eğlencedir.
6 Mayıs Hıdırellez Bayramı Anadolu, Orta Asya ve Balkan coğrafyasında biçimsel olarak gül ve ateşle ortak bir görünüm sergilerken içeriksel olarak anlamlandırılmasında farklılıklar görülür. İslami daire içerisindeki dini portrelerin geleneksel tabiat takviminde anlam yüklenmiş olan bir günle birleştirilmiş olması önem arz eder. Keza İlyas deniz, Hızır ise karada yaşayanların imdadına yetişen bir konumdadır. Bu durum insanoğlunun istek ve arzularını doğrudan “yaradan” yerine kendi aklına göre anlam ve güç yüklediği birinden isteme - bekleme neticesinin ürünleri olarak değerlendirilmelidir. Keza Kur’an-ı Kerim’de İlyas ismi iki ayette yer alır. Enam - saffat surelerinde İlyas Peygamber olarak gösterilir ve ona selam edilirken Hızır’la ilgili bir ibareye Kur’an’da rastlanmaz. Bir şeyin aslının aslı önemli olduğu için Hızır aramaya gerek yok.
Macun haline getirilir
Kim güzelliklerle güzelleşir akabinde de iyiliklerle kendi kendini donatırsa o kişi hem kendine hem de toplumdaki herkese iyi, faydalı bir hale gelir. Bu bağlamda hem kendisine hem de bir başkasına Hızır