Sivas’ta kangalları sıradan bir köpekmiş gibi sevmedim; kangallarla konuştum, onları dinledim, onlar gibi yaşamak istedim.
Bu defa Anadolu’nun orta yerindeki Sivas’tan merhaba. Milattan sonra üçüncü yüzyılda Sevastapolis olarak bilinen bu kadim şehir Anadolu kültür tarihi içerisinde önemli bir yere sahiptir. Erken Hristiyanlık döneminde inançları uğruna öldürülen “Kırk şehitler” bu inanç dairesinde olan insanların hafızalarında halen yerlerini saygıyla korumaktadırlar. Öte yandan Selçuklu ve beylikler döneminde birçok siyasi ve askeri olaya şahit olan Sivas, Cumhuriyet’in kurulması için atılan ilk adımlara da ev sahipliği yapmıştır.
Meydanlar şehir mimarisinin süslü halkalarıdır. Anadolu’da dört bir yanı dini, askeri, ilmi ve sivil mimari eserlerle donatılmış en görkemli meydan Sivas Cumhuriyet Meydanı’dır. Kale Camisi, Kale Hamamı, Bucuriye Medresesi, Çifte Minareli Medrese, garnizon binası, kongre binası ve vilayet konağı ile çevrelenmiş meydan adeta açık hava müzesi gibidir. Ulu Cami, Gök Medrese ve Divriği Dar’ül Şifası ise her biri tek başına birer anıtsal eser olarak karşımıza çıkar. Doğu Anadolu ile Orta Karadeniz’i birbirine bağlayan bu kavşak şehrin sembolleri kartal, balık
İlk adı Erdoba olan Mardin, bol ve yüksek inançlı insanların ülkesi anlamına gelen Turabdin bölgesinin merkezidir.
İki nehrin arası anlamına gelen Mezopotamya’nın kubbesi elbette Mardin şehridir. Karada açan yelkenliler olarak tarif ettiğimiz kubbelerin cami, medrese, kilise ve manastırlara serpiştirildiği Mardin çok renklidir. Yeryüzünün en kadim ovası olan Mezopotamya’dan göklere doğru yükselen bir dağın dört bir yanına inşa edilen yapıları içerisinde abbaralar insanlara geçit olur. Artuklu Türkleri, Süryani, Arap ve Kürt kültür dairelerini yer yer ayrı ayrı, bütünsel olarak ise birlikte görebileceğimiz Mardin’den “Merhaba”.
İlk adı Erdoba olan Mardin, bol ve yüksek inançlı insanların ülkesi anlamına gelen Turabdin bölgesinin merkezidir. Ulu Cami, Kırklar Killisesi, Keldani Kilisesi, Kasımiye Medresesi, Deyr’ül Zafaran Manastırı, Dara antik şehri ve daha birçok kültürel miras eserleri ile bilinen Mardin’de bilinmesi gereken en önemli detay, zeytinin bu şehir ile alakası ve ilgisidir.
Semavi dinlerde incir ve hurma kadar kutsal öğeler yüklenmiş olan bir diğer nebat zeytindir. Üzüm suyu insanın içine şifadır; zeytin yağı ise insanın vücudunun hem içine hemde dışına ilaçtır. Kadim tüm
Eylülle birlikte denizin deniz gibi dağların dağ gibi olduğu kuzey Ege’den ayrılmadan önce bu bölgede kasaba kültürünün en önemli adresi olan Ayvalık’taki Macaron Mahallesi’nden “merhaba” demek gerekir
Ayvalık’ta küçük bir tepenin birçok noktasından başlayarak denize doğru yönelen dar ve uzun caddeler şirin mahalleler oluşturmuştur. Bu mahalleler içerisinde Macaron, insan portreleriyle dikkatleri üzerine çeker. Mahallenin özellikle Barbaros Caddesi üzerinde Berber Murat ve Berber Mehmet’in sevimli dükkanlarından başlayan ve Müjdat Bey’in bakkal dükkanından daha çok kütüphane kokan bakkalı arasında son bulan alanda Anadolu’nun en karakteristik kişilikleriyle tanışabilirsiniz. Bir yaz günü yolunuz mutlaka Macaron Mahallesi’ne düşmelidir. Ülke, şehir veya olası turistik bir yeri kültür ve sanat içerikli tanıtmak yerine siz okur dostlarımı zaman zaman aralarında yaşadığım Macaronlu dostlarımla tanışmaya davet ediyorum.
Bir sabah erkenden Macaron’a gidiniz ve Mor Salkım kahvaltı evinde güler yüzlü Elvan Hanım’ın özenle hazırladığı kahvaltı ile gününüzü en başından aydın kılın. Elbette sunulan kahvaltının tüm çay ve ardından gelecek kahvesi, hemen bitişik dükkanın güler yüzlü, herkese
Dünya Çöp Toplama Günü’nü yalnızca etrafa atılan atıklardan ibaret görmemeli, düşünmemeliyiz. Özgün olmayan her şey çöpten ibarettir.
15 Eylül takvimi Dünya Çöp Toplama Günü (World Cleanup Day) olarak ilan edildi. Oldukça uzun zamandan beri Anadolu’yu dolaşan ve halen de dolaşmaya devam eden bir yolcu olarak öncelikle bu güne odaklı olarak çevre ve düşünce kirliliğinden memnuniyetsizliğimi ifade etmek isterim. Şöyle ki tüm kıyılarımız, yaylalarımız, dağlar ve ovalarımız başta olmak üzere cadde, sokak ve hatta kapı önlerimiz dahi atılan-saçılan çöplerle dolu.
Çevre kirliliği yalnızca etrafa atılan çöplerden ibaret değil; dükkan, mağaza, hatta resmi kurumlara asılan tabelalar da bir başka türlü metal çöp yığınları. Tabela kirliliklerini daha da dayanılamaz hale getiren bir başka unsur ise Türk dilini katlederek başta İngilizce ve Fransızca olmak üzere bu dillere yapılan atıflar ile ortaya çıkan garip isimler. Şiş yerine “shish”, paşa yerine “pasha” yazılması gibi.
Değerli dostlar şayet bir millet kültür tarihini ve bununla doğru orantılı olarak dilinin tahlilini yapamamışsa o millet ilşkiye geçtiği bir başka milleti taklit etmekten öteye gidemez; ana dilini de zaman içerisinde tahrip
Kayın ağacından dolayı kız damadın, oğlan da kızın anne ve babasına artık “kayınanne”, “kayınbaba” demeye başlar.
Kadim Selçuklu ve Osmanlı medeniyetleri Ok-uz (Oğuz) Türklerinin Kayı boyuna mensuplardır. İslamiyet öncesi Türk kültür tarihinin önemli bir bilgi kaynağı olan “Oğuz Kağan Destanı”na göre bilge lider Oğuz Kağan iki evlilik gerçekleştirir. Bu evliliklerden Günhan, Ayhan, Yıldızhan, Gökhan, Dağhan ve Denizhan adlı altı erkek evladı dünyaya gelir. İlk üç oğlunun soyuna Bozok, diğer üç oğlunun soyuna ise Üçok adı verilmiştir. Bozoklar devlet hiyerarşisinde ilk sırada olan sağ tarafı Üçoklar ise sol tarafı işaret eder.
Altı evladın her birinden dünyaya gelen dörder çocuktan oluşan boylara genel olarak yirmi dört Oğuz boyu adı verilir. Selçuklu ve Osmanlı’nın dayandığı boy, Bozokların Kayı boyudur. Her bir boyun sembol ve totem hayvanı vardır. Kayı boyunun sembol hayvanı şahin olmakla birlikte sancaklarında “IYI” işareti bulunur. Her iki baştaki çubuklar ok ortadaki ise yayı gösterir.
Orta Asya’dan başlayan zaruri sürecinde Selçuklular askeri ve buna bağlı olarak siyasi sebepler nedeniyle birçok yeri yurt bellemişlerdir. Kayı boyu da yarı göçebe diğer Türk boyları gibi bu
İlkbahar hoştur, neşe veren başlangıçtır; ya sonbahar! Olgun, vakur olmakla birlikte insana sürekli ve sonsuz bir döngünün bilgisini bir kez daha hatırlatır.
Hava ilkbahar, su yaz, toprak sonbahar ve ateş kış. Mevsimlerden sonbaharın gelişini elbette eylül başlatır, ekim olgunlaştırır ve kasımda toprak yerini sessizce ateşe bırakır.
Divan edebiyatında ilkbahar mevsimi için bahariyeler, sonbahar için ise hazariyeler yazılmıştır. İlkbaharın tüm coşku ve neşesini unutturmamak için sonbahar genellikle bir rakip gibi gösterilmiş olsa da bu hazan mevsiminin şaire sağladığı derinlik sayısız eserler ortaya koymuştur. Sonbahar, yaz boyunca unutulmuş yağmuru geri getirir, ağaç ve yapraklara renk verir, Adonis’i yeniden sesssizlik uykusuna gönderir.
Adım eylül, ruhum sonbahar yurdum Anadolu. İlkbaharda Anadolu’nun her yerinden büyük bir coşku ile doğan Adonis, hazan mevsiminde tüm coşkusunu, bir başka türlü neşesini, bereketini kendisi gibi öz be öz Anadolulu olan Dionysos’a bırakır. Sonbahar, geçmişe yönelik keşke ve yarınlara dönük endişelerin yeniden doğum mevsimidir. Keşkeler ay tanrıçası Selene’ye endişeler ise yeraltı tanrısı Hades’e yöneliktir.
Sonbaharın gizli, erdemli sessiz
İnsanoğlunu bütünsel olarak huzura ve barışa götürecek olan insani maya doğudadır.
Geçmişten günümüze siyasi, askeri ve ekonomik olarak gücü eline geçiren her kimse mutlaka derin bir kültürel miras geçmişine sahip olmalıdır. İnsanlar gibi devletler de asalete muhtaçtır. Kadim geçmişi olmayan devletler bir gün elde ettiği/ edecekleri tüm güçleri zorbaca, kibirli ve pervasızca diğer devletlere karşı her koşulda kullanmışlardır. Dinsel olarak misyoner, ekonomik olarak emperyal olan bu anlayış (Amerikan bakış açısı) birkaç yüzyıldan itibaren dünyanın başına bela olmaya devam etmektedir. Lakin! Kadim doğu halkları şayet bir gün değerlerini yeniden fark edip tüm dinamiklerini değerlendirebilirlerse insanoğlu yeniden huzur, bolluk ve berekete kavuşacaktır. İnsanoğlunu bütünsel olarak huzura ve barışa götürecek olan insani maya doğudadır. Batı insanının insani değerlerinin gücü, tüm insanoğlunun huzur ve barışını topyekün sağlamaya geçmişte olduğu gibi günümüzde de yeterli değildir. Ancak doğu insanı da atalarının olgunlaştırmış olduğu değerleri uzun zamandan itibaren kaldırdıkları raflardan indirmek durumundadırlar. Geçmişe öykünmeyi bir tarafa bırakıp geçmişte atalarımızın başarılarını
Hıristiyan inancının evrensel boyutlara taşındığı coğrafya Anadolu’dur. Yuhanna, ‘İncil’ini birinci yüzyılın sonlarında Batı Anadolu’nun o dönemdeki en önemli şehri olan Efes’te yazmıştır.
Söz hakikatin neticesidir. İnsanı tüm duyu ve duygularıyla çeken haldir. Halin meyvesi de sözdür elbette. Yuhanna ‘İncil’inin girişinde “Başlangıçta söz vardı” cümlesinde kullanılan sözün kaynağı Yaradan; muhatabı ise insandır. İnsanın değeri söze olan ilgisi ile doğru orantılıdır. Sözün değerini sözden anlayanlar bilir. Keza insanı insan yapan şey ağzından çıkan sözdür, insanı insan-ı kamil yapan da arkasından söylenen sözlerdir.
Dört İncil yazarından bir tanesi olan Yuhanna, ‘İncil’ini birinci yüzyılın sonlarında Batı Anadolu’nun o dönemdeki en önemli şehri olan Efes’te yazmış, tamamlamıştır. Matta, Markos ve Luka İncillerine göre mistik farklılığı nedeniyle onlardan ayrı tutulur. Diğer üç İncil benzer (sinoptik) olarak gruplandırılır. Matta, Markos ve Luca, İsa’nın öğretisini simgeler yoluyla anlatırken, Yuhanna buna karşılık konuşmalar (diyalog) ile dile getirir. İlk üç İncil yazarı daha çok İsa’nın yaşamıyla ve ona ilişkin olgular mozaiği ile ilgiliyken Yuhanna’nın yaklaşımı tanrıbilim