Bir insan ruh ve bedenden ibarettir. Ruh; Yaradan’dan gelip Yaradan’a dönerken topraktan kaynağını alan beden içerisinde yine Yaradan’ın ezelden belirlediği bir zaman içerisinde kalır ki, buna yaşam, hayat süresi denir. Ruhun beden içerisinde geçirdiği dünya adı verilen yer “cennet bahçesidir”. Yaradan’ın şefkat ve merhamet göstergesi olan anneler cennet bahçesinin gülleridir; babalar ise her bir evladın koca çınarlarıdır. Nitekim annelerimizi koklamaya doyamayız, babalarımızın gölgesinden uzaklaşmak istemeyiz.
Nereden gelip nereye gideceğini bilen ve bulabilen herkes başta anne, baba, kardeş olmak üzere onların kıymetini bilir. Ailenin kıymetini olması gerektiği gibi bilenler elbette tüm insanlığın kıymetini de biçer. Ruhsal olarak ezel meclisini hatırlayanlar buluşurlar; anne-oğul, baba-kız, dost-arkadaş veya can-kardeş ilişkileriyle. Bir olan Yaradan’dan geldiklerini hatırlayamayanlar ise sadece tanışırlar ve bu sığ tanışıklık onları birbirlerinden uzaklaştırır. Hatırlayanlar hatır sahibi erlerdir ve birbirlerini birbirlerine hikaye ederler; hatırlayamayanlar ise vefasız oldukları için birbirlerinden sürekli şikayet ederler.
Vuslat pehlivanları
Hikaye ehli olabilmek için
Bir insan her yaptığı eylemi karşıdakilere gösterme derdinde olursa, takdir ve övgü beklerse bu kişi kibir denen zehirli suyu içmiş demektir.
Gururlu insan sessizliğiyle selviye, serinliğiyle de çınara benzer. Kibirli insan ise leş yiyen akbabadan farksızdır. Toplum içerisinde her zaman ve mekanda tevazulu davranışlarıyla makamsız bir makam elde eden gururlu insan; kendi kendisiyle olan mutluluğunun hazzını yaşar. Lakin bir makamı elde etmekten daha öte o makamı nasıl koruyacağının da sorumluluğunu iyiden iyiye bilir. Gururlu insanın makamının ne bir ismi ne sıfatı ne de adresi vardır. Edep ehli ve kendi kendisiyle barışık bu tür insanın makamının adresi gönüldür.
Bir şeyin nasıl yapılması gerektiğini bildiği gibi o şeyin yapılabilmesi için ben yerine biz diyerek yol alan gururlu insan kendi kendisini sürekli ödüllendirir. Merhamet ve şefkat diğer tüm erdemli davranışların yaratıcı kaynağıdır. Yaratıcılık vasfını toplumun her kesiminde ve doğanın her yerinde aktive eden gururlu insan herkesin karşısında küçülür.
Hiçbir zaman bir başkasına büyüklük taslamaz. Çünkü her şeyin karşısında tevazuyla eğilen insan Yaradan’ın nezdinde büyüdüğünü ve herhangi bir kimseye büyüklük taslayan
Ülkemize ziyarete gelen turistlere Anadolu’nun derinliklerini iyiden iyiye tanıtmalıyız ki Anadolu’nun kadim yurt olduğunu anlayabilsinler.
Bilge “kış” mevsiminde yaşadığımız Kars şehrinden Anadolu’nun kültürel olarak dip noktası olan Göbeklitepe üzerinden tüm Anadolululara “Merhaba”. 2019 yılı son derece doğru bir kararla “Göbeklitepe Yılı” ilan edildi. Takvimsel tarihin şu an için “sıfır noktası” olan Göbeklitepe inanç alanını tüm dünya görmelidir; ancak ilkin Anadolu’da yaşayan bizlerin Göbeklitepe’yi basit ziyaret gezilerinden çıkarmamız gereklidir.
Anadolu’da yaşayan herkes ivedilikle kültürel miraslarımız üzerinden “Biz, bizim” diyebilmelidir. Her insanın iki vatanı vardır. Kadim olanı Yaradan’dan geldiğimiz cennet bahçesidir; zahiri olanı da üzerinde yaşadığımız coğrafyadır. Her insan Yaradan’ı ve üzerinde yaşadığı coğrafyayı sever. Ancak sevmekten öte aşık olabilmek için tanımak gereklidir. Sevenler ayrıdır iyiden iyiye tanıyanların aşkı ise bambaşka bir lezzettir. Tatmayan, tanıyamayan nereden bilebilir neyin ne olduğunu?
Son derece önemli bilgiler
Bu bağlamda Göbeklitepe M.Ö. 10 bin yıl öncesi Anadolulu hemşehrilerimiz hakkında bizlere son derece önemli bilgiler, mesajlar
Bilim, felsefe, kültürel geniş yelpaze ve buna doğrudan bağlı olan sanatsal zarafet ve estetikle donatılmış genç nesiller sayesinde Anadolu görkemli günlerine oldukça renkli bir şekilde yeniden kavuşacaktır.
Üzerinde yaşadığımız bu dişil karakterli Anadolu coğrafyasının görkemli kültürel miraslarına “merhaba” diyebilmek ve ilahi yüksekliğine de “ aşk” ile bakabilmek için 2019 yılını başlangıç olarak alalım. Geçmişte defalarca olduğu gibi yeryüzünün kültür, sanat ve bilimsel üreticiliklerinde önder kara parçası olan kadim yurdumuzu yeniden şaha kaldırabilelim.
Cemal Süreya’nın ifadesiyle “Beyaz, uykusuz ve uzakta” olan Kars şehrinden Anadolu’nun bütününe merhaba’nın derinliğinin aşk’ın da yüksekliğinin selamını bütün yolcular adına gönderiyoruz.
Değerli olan bir şeyi daha değerlendirmek için çağdaş bir akıl ve özgürleşmiş ruhu harekete geçirmek gereklidir. Geçmişe bakarken parmakla işaret ettiğimiz değerlerimizle gurur duymaktan öte günümüze aktardığımız özgün eser ve düşünceler sayesinde parmakla işaret edilen yolcular olmalıyız. Bunun yolu doğrudan doğruya bütünsel olarak özgürleştikten sonra Anadolu’da karşımıza çıkan her şeyi anlayarak anlamlandırmak çabası olmalıdır. Şayet
31 Aralık 2018 zaman diliminde insanoğlu kendi kendisine dava açmalıdır. Sanık, avukat, savcı ve hakim de senden başkası olmamalıdır.
Tarihsel takvimde her yeni yıl tüm dünyada çeşitli ritüellerle kutlanmaktadır. Geride bırakılan 365 gün “dün” denilen kısa zaman dilimine sıkıştırılmıştır artık ve büyük oranda insanların keşkeleriyle doludur. 1 Ocaktan itibaren başlayacak süreç ise düne ait keşkelerle bağlantılı endişelerin takipçisi durumundadır.
Doğadan kopan tüm toplumlar hayatı türlü sebeplerle hızlı yaşayarak küçük olmakla birlikte en anlamlı zaman dilimi olan anı düne ait keşkeleri ve yarınlara yönelik endişeleri yüzünden kaçırırlar, öldürürler. Bütünsel anlamda özgürleşemeyen birey ve toplumlar tabiattan süratle uzaklaşmışlardır. Ve böylece matematiksel olarak yıllar geride bırakılmıştır veya matematiksel olarak yıllar ileriye yönelik hesaplanmaktadır. Oysa ki, kişinin özgür olabilmesi için bütünsel toplamın içerisinde bir yaşam oluşturulmalıdır. Mal, mülk ve makam odaklı hayatı hesaplayanlar zaman öldürürler sadece; isim, sıfat ve paye hesaplarıyla insanlarla ilişki kuranlar zaman ayırırlar birbirlerine. Oysa ki, özgür ve bilge kişi zaman yaratır kendisine. Zaman yaratanlar
Avrupa ülkelerinin Noel döneminde süsledikleri çam ağacı kültürü kaynağını Türk gök tanrısı Ülgen’in en çok sevdiği ağaçtan almaktadır.
21 Aralık takvimi Müslümanlık öncesi Türk inanç dairesi içerisinde önemli bir bayram günüydü. 21 Mart her yeni yılın ilk ekinoks günüdür ve tabiatın doğuşuyla ilişkilendirilmiştir. 21 Aralık ise uzun zamandan itibaren devam eden gecenin egemenliğinin son bularak gündüzün egemenliğinin başlangıcıdır. Eş deyişle gece ile gündüz arasında devam eden savaş son bulmuş ve güneşin karanlığa karşı zaferi başlamıştır.
Nardugan “nar” (Güneş) “ dugan” (Doğan) bayramı olarak Türkler tarafından kutlanan bayram bugün tam olarak 21 Aralık’ı karşılar. Tarıma ve hayvancılığa dayalı bir ekonomiyle yarı göçebe yaşam süren Türkler için ağaç kültü önemlidir. Ve yerin dokuz kat aşağısından başlayarak gökyüzünün dokuzuncu katında bulunmakta olan Tanrı Ülgen’e kadar uzanan bir ağacın varlığına olan inanç doğal olarak beraberinde birçok ritüeli geliştirmiştir. Türkler çam ağacı olarak gösterdikleri bu hayat ağacından soylarının türediğine inanıyorlardı. Aynı zamanda ölümsüzlük ağacı olarak da görülen çam ağacı Türkler’den başka birçok kültür tarafından da (yapraklarını hiç
Bozkır bir coğrafyanın ortasında orman, deniz ve nehirlerden yoksun Konya’nın ekonomik tüm kazanımlarının en önemli sebebi Hz. Mevlana’nın burada aşk pehlivanı olarak yaşamış olmasıdır.
Mesnevi ikişer ikilik anlamına gelen bir divan edebiyatı türünün adıdır. Birçok şair mesnevi tarzında eser ortaya koymakla birlikte mesnevi deyince herkesin aklına Hz. Mevlana gelir. Hz. Mevlana’nın aşk eseri olan “Mesnevi”nin diğer şairlerin mesnevilerinden önemli bir farkı vardır. Şairlerin mesnevileri belirli bir tertip içerisinde yazılmıştır. Lakin şairden öte sufi şair olan Hz. Mevlana’nın mesnevisi ise tertipsizlik içerisinde bir tertiple söylenmiştir. Buna bağlı olarak şairlerin mesnevileri tertiple yazıldığı için okunur; Mevlana’nın mesnevisi ise yazılmaktan öte söylendiği için dinlenir. Yazılan eser okunur; söylenen eser ise demlene demlene dinlenir.
Hz. Mevlana mesnevisini vahdet (birlik) dükkanına benzetir. Ve eserinin vahyedilen Kur’an-ı Kerim’den ilham alınarak söylendiğini önemle belirtir. Birlik dükkanı olan bu eserinde her kim bir’den başka ne görürse o kişinin gördüğü şeyi put olarak değerlendirir. Bu bağlamda mesneviliği ve onu okumaya hazırlanan kişi/leri korumak için isteklilerin
Konya’ya yönelenler Hz. Mevlana’yı kara toprak üzerinde inşa edilmiş türbede aramasınlar; Hz. Mevlana arif olanların, aşk yoluna girenlerin gönüllerindedir.
Anadolu’da her yılın aralık ayı bizi Hz. Mevlana’dan dolayı Konya’ya yönlendirir. Hz. Mevlana’nın yüzyıllar öncesinden “Dön gel” çağrısına uyarak Konya’ya gelen canlar; canlarına şifa bulurlar. Can denen bu manevi bostanı yeşertmek için yanmaya hazır bir yürek ve akabinde gözyaşları şeklinde akan su gereklidir. Öyle ya! “Aşıkların yürek yanışlarıyla akabinde dökülen gözyaşları olmasaydı; bu dünyada ne ateş ne de su olurdu”. Ateş kadın, su erkektir.
Görünüşte (fiziki yapısından dolayı) erkek kadından üstün gözükür. Buna istinaden su ateşi bir çırpıda söndürerek zahiri olarak üstünlük taslar. Oysa ki bu suyu bir kabın içerisine koysak ve kabı da ateşin üzerinde bir süre bekletsek; ateş (kadın) suyu (erkeği) fokur fokur kaynatarak yok sayar. Yaradan kadını (doğurganlığından dolayı) yaratılmıştan öte yaradan olarak işaret eder. Onun rahim vasfını kadın taşır. Bu ve birçok Yaradansal delillerden dolayı cennetin kadınların ayakları altında olduğu dile getirilmiştir. Dilden dökülen bu hürmetin kadınlara gösterilmemesi ironik bir durum