Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Kurumları kurum yapan en tepedekiler mi?
Yoksa danışmadaki memurundan en tepedeki CEO’suna kadar hemen herkes mi? Ya da sadece ve sadece patronlar mı yoksa tüm çalışanlar mı?..
Ahde vefa diye bir şeyin olmadığını o kadar çok gördük ki söyleyecek söz bulamıyoruz.
İşte bu yüzden de nesilden nesle geçen asırlık kurumların, işletmelerin, yayın kuruluşlarının, aile şirketlerinin sayısı bir elin parmaklarını geçmez...
Özellikle eğitim sektöründe, sıfırdan başlayıp, anaokulundan üniversiteye, maaşlı çalışanken milyarderliğe uzanan çok örnekler gördük.
En tepedekilerin elbette çok önemli cesaretleri ve vizyonları vardı ama o derme çatma birimleri kurumsal hale getirenler, asıl yükü çekenler, hep çalışanlardı.
Özellikle de gecesini, gündüzüne katmadan, ailesini, hobilerini, hayallerini öteleyen profesyonellerdi...
Peki, sonra ne oldu?
Ben patron, ben genel müdür, ben CEO olduğum sürece, asla vazgeçmeyeceğim dediği insanlar, çöp tenekelerine atılan buruşturulmuş kâğıtlar gibi kenara itildiler.
Ne yapıldıysa, kendileri yaptı!
Başarı ve kazanç hep onların, hatalar ve zarar hep çalışanların oldu.
Kurucularına kalsa yüz defa batacak olan üniversiteleri hiç yoktan var edip, en iddialı üniversiteler arasına sokan rektörler, dekanlar, hocalar, vefat ettiklerinde ya da siz artık misyonunuzu tamamladınız denilip kapı önüne konulduklarında, pek çoğunun yüzü hiç kızarmadı.
O kurumu kurum haline getiren o değerli hocaların hiçbirinin ismi üniversite içinde ne bir kütüphaneye, ne bir araştırma merkezine, ne de bir kampüse verilmedi!
Sandılar ki onları yüceltirlerse, kendileri küçülecek!
Oysa tam tersi olurdu.
Yücelttikleri her isim onlara onur kazandırırdı. Ama bunu görmediler, bundan sonra da göreceklerini hiç sanmıyoruz...
Kurumsallık, kalıcılık, aidiyet ve en önemlisi de vefa, hep bana diyerek değil, karşılıklı saygı ve özveriyle gerçekleşir.
Zirveyi gördükten birkaç nesil sonra, pek çoğunun yok olup gitmesi biraz da bu yüzden değil mi!..
İnsanın en büyük düşmanı, egosu!
En büyük erdem ise kendini bilmesi ve elindekini paylaşmaktır.
Dünyaları ben yarattım diyenler, bunu anladıklarında, umarız çok geç olmaz!..
Teknolojik bağımlılık!
Teknolojik bağımlılığa dikkat çektiğimde, bağımlılık çağında çocuğu olan bazı arkadaşlar, Türkiye nereye gidiyor, sen neler yazıyorsun diye sitemde bulundular.
Türkiye, bugün, bu noktaya, zaten, önemsiz diye ciddiye almadığımız konular yüzünden gelmedi mi?
Onlara en iyi cevap, Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı Prof. Dr. Arslan Topakkaya’dan geldi:
“Teknoloji bağımlılığı ile ilgili yazınız için teşekkür ederim. 20. yüzyılın en önemli düşünürü M. Heidegger bu tehlikeye 1970’li yıllarda Der Spiegel dergisinde yapmış olduğu bir mülakatta dikkatleri çekmişti.
Teknolojinin bu hızla gitmesi durumunda, ilk olarak insan varoluşunun tehlikeye gireceği ve onun ürünleşmesi (Gestell) durumunun ortaya çıkacağını ifade etmişti.
Yaklaşık 50 sene sonra, Heidegger’in haklı olduğunu açık bir biçimde görmekteyiz.
Açık söyleyeyim, özellikle akıllı telefon bağımlılığı, bütün bir insanlık için bir felakettir ve gün geçtikçe bu felaket daha bariz bir biçimde kendini göstermektedir.
Hükümetlerin yerinde olsam, normal terör olaylarına karşı hangi önlemleri alıyorsam, en az bunlar kadar akıllı telefon ve genel anlamda teknoloji bağımlılığına karşı da önlemlerimi şimdiden alırım.
Ne yazık ki gençlik bitmiş. Bütün dünyaları telefon. Gerçek olmayan bir âlemin esiri olmuşlar. Varoluşlarını, özgürlüklerini, insan olduklarını ve ancak diğer bir insanla birlikte yaşayarak, acıyı ve mutluluğu paylaşarak insan olmaya devam edebileceklerini unutmuşlar.
Varlıkları ile akıllı telefonları özdeşleştirmişler. Geçenlerde, bir öğrencim en iyi dostunun telefonu olduğunu söyledi. Bir felsefeci olarak her fırsatta bu akıllı telefonun şimdiye kadar insanlığın başına gelen en büyük tehlike olduğunu haykırıyorum ama nafile. Sizin yazılarınız büyük bir kesim ve özellikle MEB ve hükümet yetkilileri tarafından takip ediliyor.
Tez elden buna karşı ciddi önemler alınmalı hatta hükümet programlarına konmalı. Yoksa çok yakın bir zamanda övündüğümüz gençlik hatta orta yaşlılar, birer “yürüyen robot” haline gelecek...”
Özetin özeti: İnsani değerlerimizi yitirdikçe, paranın, gücün, teknolojinin, sistemin esiri olmaya devam edeceğiz...