Franz Kafka, çağımızın en önemli yazarlarından biri.
Çek asıllı Avusturyalı yazar (1883-1924), gözü paradan ve işinden başka hiçbir şey görmeyen, kendisini her koşulda haklı gören, çocuklarını ne kadar çok sevse de bunu açıkça göstermeyen taşralı zengin ve biraz da psikolojik sorunları olan bir babanın oğlu.
Kafka’nın, babası Hermann Kafka’ya 1919’da yazdığı mektup, alıcısına hiçbir zaman ulaşamasa da eminim ki bugüne kadar on milyonlarca anne, babaya yol gösterici olmuştur.
Kafka ile babası birbirine öylesine uzaktır ki yaşamları boyunca birlikte sevindikleri ya da birlikte üzüldükleri tek konu dahi yok gibi.
Toparlayıcı rolü, pek çok ailede olduğu gibi yine anneye düşüyor. En büyük eziyeti
hep o çekiyor!..
Çocuklarımızın yarın
nasıl bir meslek seçecekleri hiç belli olmuyor!
Eğer eli kalem tutanlardan biri sizin çocuğunuz, torununuz ya da bir yakınınız olursa, işte o zaman yandınız!..
Çünkü bilerek ya da bilmeyerek yaptığımız o kadar çok hata var ki hemen hepsi onlar üzerinde derin yaralar açıyor...
Daha önce birçok kez yazdım.
Çocuklarımıza en büyük kötülüğü, iyilik olsun diye, biz ebeveynler ve Devlet Baba yapıyor.
Ama bunun böyle olmadığını anlamak için Kafka gibi bir yazarın çıkıp bir Osmanlı tokadı gibi yüzümüze vurması gerekiyor!
Hayatının bir yerinde çocuk olan herkes, bu kitabı mutlaka okumalı!..
İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yeniden basılan Babaya Mektup, 57 sayfa
ve 8 TL.
O anı hiç unutmadım!
İşte kitaptan bazı satır başları:
Çok sevgili Babam,
Geçenlerde bir ara, neden senden korktuğumu savunduğumu sormuştun. Her zaman olduğu gibi sana verecek yanıt bulamamıştım; bunun nedeni kısmen sana karşı gerçekten duyduğum korku, kısmen de bu korkuyu gerekçelendirmek için çok ayrıntının gerekiyor olmasıdır.
Her durumda biz seninle çok farklıydık ve bu farklılığımız yüzünden birbirimiz için öylesine tehlikeliydik ki...
O zamanlar, daha genç, daha zinde, daha doğal, daha kaygısızdın. Ayrıca işin bütün zamanını alıyordu, bana günde bir kez bile görünmüyordun...
İlk yıllara ait yalnızca tek bir olayı anımsıyorum, belki sen de anımsıyorsundur bunu. Bir gece, su diye vızıldamıştım, susadığımdan değildi elbette, muhtemelen kısmen kızdırmak, kısmen de kendimi oyalamak içindi. Yaptığın birkaç sert uyarı fayda etmeyince, beni yatağımdan almış, evin kapısının önündeki koridora çıkarmış ve kapıyı yüzüme kapatarak, beni orada geceliğimle kısa bir süre tek başıma bırakmıştın. Beni gece vakti yatağımdan alıp kapı önündeki koridora bırakabileceğin gerçeği ve senin gözünde bir hiç olduğum yönündeki kahredici düşünceyle yıllar sonra bile acı çektim...
Benim ihtiyacım biraz yüreklendirme, biraz güler yüz, biraz da yolumun açılmasıydı ama sen bunun yerine yolumu kapattın...
Senden duyduğum şarkıları anlamadan söylediğimde ya da en sevdiğin deyimleri papağan gibi tekrarladığımda yüreklendirdin beni, ancak bunların hiçbirinin geleceğimle ilgisi yoktu...
Bütün düşünce sistemim senin ağır baskın altındaydı!...
Sözcüklerle kolayca hücuma geçerdin, ne söylerken ne de sonrasında birilerine acırdın, insan
senin karşında tümüyle savunmasız kalırdı.