Demokrasi sınıflar (güçler, iktidar alternatifleri) arasındaki çatışmanın, mücadelenin, rekabetin konsensüs sağladığı alanları tariflendiren geniş bir protokoldür. Konsensüs dediğimiz uzlaşma süreci çok uzun zaman içinde gelişmiş tartışmaların sonunda oluşan düşünsel faaliyetlerle desteklenir.
Bu nedenle tartışmak, saçma da olsa fikir üretmek, yanlış bile olsa soru sormak insan aklını geliştirir, güçlendirir.
Türkiye demokrasisi en büyük eksikliği fikri üstyapısının kendisini tam olarak şekillendirememiş olmasından çekiyor.
Çatışma, mücadele ve rekabet en üst düzeyde yaşanırken bu maddi ortamın yarattığı nedensellikler ülkemizin düşünce platformunda karşılığını bir türlü üretemiyor.
Oysa felsefeden biliriz ki nesnel dünyanın nedenselliğinden kaynaklanan düşünce, fikir maddi olanın çok ötesine geçebilir.
Buradan ütopyalara ulaşırız ki geleceğimizi şekillendiren bütün projeler, hayaller, istek ve arzular bu dünyanın bir parçası olarak sahne alır.
Birçokları için sıkıcı gibi gözüken hatta belki de okumaktan vazgeçilen bu giriş metnini neden yazma ihtiyacı duydum?
3 Temmuz’dan bu yana güncelimizde bir operasyon ve artık iddianame yoluyla bir dava var. Futbolsuz geçen günleri yaşar ve yaz boyunca ne yazacağımızı düşünürken bir anda ortaya çıkan bu süreç futbolun içinde veya çevresinde olan herkesi futboldan başka şeyleri düşünmeye, tartışma sevk etti.
Daha önce benzerini hiç yapmadığımız bir sürecin içine dâhil olduk.
Hep konuştuğumuz, ima ettiğimiz veya birbirimize şaka yollu takıldığımız şike konusu bir organize suç örgütünün öznesinde merkezde Fenerbahçe’nin olduğu gerçeğe dönüşüverdi.
Belki de Türkiye’de gündemi bu kadar yoğun ve etkili olarak kaplamasının temel nedeni Fenerbahçe’nin ismiydi.
Türkiye’de Fenerbahçe’nin yanına ne eklerseniz onun ne kadar büyüdüğünü ve etkili hale geldiğini bu yolla bir kere daha görmüş ve yaşamış olduk.
Operasyon ve iddianamenin yazılma süreci Türkiye’yi eşyanın doğasına uygun olarak parçalara ayırdı.
Bu sürecin sadece sportif olmadığını yazının girişinde andığım demokrasi tarifinin yer alan bir takım aktörlerin devreye girmesiyle çok daha net olarak görmüş olduk.
Daha operasyonun ilk dakikalarında kamuoyu olan biteni neye yoracağına ilişkin bir takım belirsizlik yaşarken Taraf Gazetesi’nin eski köşe yazarı Rasim Ozan Kütahyalı ve Mehmet Baransu gibi "yetenekli gazetecileri" bir anda ortama bugün iddianamenin satırları arasında bire bir okuduğumuz bilgileri aktarmaya başladılar.
Yani bizim 5 ay sonunda resmi yollardan ulaşabildiğimiz bilgiler 3 Temmuz günü milat olmak üzere devamında bu kişiler tarafından televizyon kanallarında kamuoyu ile paylaşılıyordu.
O güne kadar bu iki ismi Türkiye’nin daha demokratik bir ülke olması için yaptıkları mücadelenin içinde görmüştük.
Futbolun sadece futbol olmadığına yönelik özlü sözün anlam kazanması için devamında sürece Ahmet Altan’ın dâhil olması gerekiyordu.
Son dönemde iktidar partisinden çok önemli milletvekillerinin ortaya çıkıp şiddetli bir görüş bildirmeleri de görüntünün eksik parçalarını tamamlayan renkler oldu.
Onlar bu işi önemsiyorlarsa biz daha çok önemsemeliyiz. Neden önemsiyor olduklarını merak etmeliyiz. Eğer bu bir demokrasi sorunuysa bizi de ilgilendirir. Sormalı, araştırmalı, farklı yanlarını ortaya koymalıyız.
Hiç kuşkusuz futbol dünyasının medya ayağında yorumcu olarak büyük bir yer işgal eden, kişisel düşünceme göre bugün ne futbolumuzda her ne varsa bunların oluşmasına yardımcı veya neden olan bir takım kişilerin “temiz futbol adına” taraf ve hatta süren davada şikâyetçi veya tanık olarak saf tuttuklarını gördük.
Fenerbahçe’nin kendi içinden özellikle 2 numaralı sanık olan Aziz Yıldırım ile son on yıl içinde şahsi çıkar çatışması yaşamış bazı kişiler de bu sürece dâhil oldular. İddianamede onların ifadelerini okumak çok ilginçti.
Fenerbahçe taraftarı bu tartışmanın içinde belki de nefsi müdafaa hakkıyla çok sağlam bir duruş sergiledi. Hatta giderek muhalif bir sivil toplum örgütüne dönüştü diyebiliriz. Fenerbahçe taraftarının daha önceleri hiç sorgulamadığı veya önemsemediği bazı gerçekler bilinç üstüne çıkıverdi.
Düşündükçe gelişti, çeşitlendi.
Bütün bu ayrışımlar konunun çok daha derinden takip edilip, yorumlanmasına neden oldu.
Tarih boyunca yaşanmış bütün alt üst oluşlar, krizler ve devrimler insanlığın bir adım daha ileriye atmasına neden olmuştur.
Açıkçası artık bir dava konusu olan bu süreci en başından bu yana çok önemsiyorum.
Hangi tarafta olursa olsun yazarlar, düşünce adamları tarihe sadece tanık olmakla kalmaz onu kayıt altına alırlar.
Türkiye’de eşi benzeri görülmemiş bir şekilde bir davaya ait iddianame insanlar tarafından okunuyor, yorumlanıyor.
Anlaşılmayan noktalarla ilgili sorular soruyor. Mantık veya bilgi hataları düzeltiliyor.
Çok ilginçtir ki 2008 yılı tarihli Ergenekon soruşturması kapsamında ifadesi alınan Poyraz isimli gizli tanığın anlattıklarının (*) tamamen yanlış bilgilere dayandığını bu iddianame yoluyla kamuoyu öğreniyor. Bir anda iki davanın ortak delili hükmünü yitiriveriyor.
Bu hiç kuşkusuz kamuoyunun yakın ilgisinden iddianameyi okumasından kaynaklanan bir durumdur.
İddianameyi okuyup bir taraftan da tartışmanın gelecekte bize çok fazla şeyler katacağına inanıyorum.
Bu yazı da iddianameyi okurken kendi kendime sorduğum sorular veya düşündüğüm şeylerin sesli paylaşımı için giriş olacaktır.
Son olarak Twitter üzerinden Mehmet Baransu'ya gönderdiğim bir twit ile bitirmek istiyorum.
"Tarih okuyanlar o tarihe kayıt olarak geçenin iddianameler değil, savunmalar olduğunu çok iyi bilirler." """
http://twitter.com/uzaygokerman
(*)İddianamenin 158. Sayfasından bir alıntı:
“Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2008/1756 sayılı soruşturma dosyası (Ergenekon soruşturması) kapsamında 03.08.2008 günü kollukta ifadesi alınan Gizli Tanık Poyraz (Kl:69, Dizi:205);
"...Sergen Yalçın Beşiktaş'a geçti. O yıllarda, Beşiktaş’la Fenerbahçe’nin çok iddialı bir maçı vardı. Fenerbahçe veya Beşiktaş’tan hangisi yenerse o şampiyon olacaktı. Bu maçtan önce Sedat Peker, Sergen Yalçın aracılığıyla Beşiktaşlı futbolcuları yanına çağırdı. Hatırladığım kadarıyla 3 yada 4 futbolcu geldi. Benim bildiğim kadarıyla bu futbolcular Tümer ve Sergen Yalçın idi. Diğerlerinin isimlerini hatırlamıyorum. Sedat Peker bunlara hitaben "maçı kaybedin, nasıl kaybediyorsanız kaybedin, o sizin sorununuz" dedi ve gönderdi. Ben bu olaya bizzat şahit olduğum için çok merak ettim, normalde maç izlemediğim halde, Beşiktaş-Fenerbahçe maçını özellikle seyrettim. Gerçekten de Beşiktaş-Fenerbahçe maçında Beşiktaş kaybetti. Maçı izlediğim kadarıyla Tümer maça çıkmamak için her türlü çirkefliği yaptı, maç başladığı sırada yedek kulübesinde oturuyordu. Yedek kulübesinden hakeme müdahale etmeye çalışıyordu. Hakem onu uyarmaya geldiğinde yüzüne tükürdü ve bunun üzerine Tümer yedek kulübesindeyken kırmızı kart gördü ve bu maçı Beşiktaş kaybetti (25 Nisan 2004 günü nönü Stadında oynanan Beşiktaş-Fenerbahçe derbisinde Tümer Metin hakeme tükürerek kırmızı kartla oyundan atılmış, maçta Fenerbahçe Beşiktaş'ı 3-1'lik skorla mağlup etmiştir.)
Bu olaydan dolayı Sedat Peker, Aziz Yıldırım’dan yüksek miktarda para istedi. zaten daha önceden Aziz Yıldırım ile bu konuda anlaşmışlardı. Sedat Peker vaat edilen parayı aldıktan sonra, ilerleyen dönemde yine Aziz Yıldırım’dan para istedi. Bunun üzerine Aziz Yıldırım çok bunaldı ve istifa etmek istediğini söyledi. Hatta bu istifa konuları o dönemde medyada da yer aldı" şeklinde beyanda bulunmuştur.”
Bu ifadeyi geçersiz kılan 25 Nisan 2004 tarihli Milliyet Gazetesi’nin maç yazısı.