Samet Aybaba dönemi, Oğuzhan Özyakup ve Olcay Şahan gibi yeteneklerin geldiği dönemdi. O zamanlar başlamıştım kamp yazıları yazmaya. Baktım herkes bu kampları teknik ve taktik anlamında yazıyor; kendi kendime dedim ki: "şu doğal güzellikleri ve kamp yerindeki sosyal yaşamı da ekle yazılara".
O günlerden kalma bir alışkanlıktır bu tür yazılar. Okuduğunuzda kimi zaman çam ağaçlarının kokusunu kimi zaman da derelerdeki kurbağaların çiftleşme çığlıklarını hissedersiniz. Ben severim çevresel güzellikleri futbol yazılarının içinde işlemeyi. O zaman Marbella'daki güzelliklerle birlikte ikinci kamp raporuna geçelim.
Nikki Beach burada çok meşhurdur. Bizim Antalya'daki Konyaaltı Plajı gibi. Gökyüzünde sabahtan akşama kadar bir uçak dolaşır burularda. Arkasında bölgenin ünlü bar ve diskoların tanıtımını yapan bir reklam yazısıyla. Ben Beşiktaş'ın yerinde olsam, uçağın pilotunu çağırır "Türkiye'nin Şampiyonu Beşiktaş, Marbella'da" diye reklamımı yaptırırdım. Tüm Marbella ve Malaga plajlarında güneşlenen herkese, Beşiktaş'ı ezberlettirirdim. Dünya'nın her bölgesinden insan var burada. Ayrıca Boğaz'daki şampiyonluk kutlamaları tüm Dünya medyasında yer aldı. Jet sosyetenin geldiği Puerto Banus'un marinasında, üzerinde Beşiktaş yazan Kartal işlemeli kiralık bir yatı da, hazır kıta bekletirdim. Kampa gelen Başkan Fikret Orman, yönetici arkadaşları ve futbolcular o yata binerken, Marbella'daki Türk medyası da gayet güzel çekimler yapabilirdi. Bizi geçtik; sırf oraya gelen jet sosyete o görüntüleri kendi sosyal medya hesaplarında paylaşsa, milyon dolarlık reklama bedel olurdu.
Dün akşamki idmana kadar çok vaktimiz oldu. Plaja attık kendimizi. Yani Nikki Beach'e. Ya da İspanyolllar'ın dediği gibi Nikki Playa'ya. Deniz buz gibi. Burası Atlantik'e yakın bir boğaz. Bir saat sonrası Cebelitarık. Akıntı nedeniyle su buz gibi. Girdiğiniz zaman, tüm dertlerinizi denize bırakıyorsunuz. Dertler akıntıya göre ya Akdeniz'e ya da Atlantik'e akıyor. Önemli değil. Dertler bizden gitsin de, ister suyun o tarafına isterse bu tarafına gitsin.
Dertler demişken, antrenmanlara bakıyorum, sanki futbolcular da tüm dertlerini Marbella Futbol Merkezi'nin çimlerene bırakıyor. Dün akşamki idmanı seyrettiğimizde ise, Quaresma'nın gelmemiş olduğunu görüyoruz . Üstelik hemen şurada yani Portekiz'de olmasına rağmen. Başkan Fikret Orman tarifeli uçakla gelmiş ama Q7 tarif edilemeyecek bir bahaneyle, kamptan iki günü tatile yazmış. Aklıma Feyyaz Uçar geldi. Fulya döneminde evi tesislere en yakın futbolcuydu ama idmana en geç o gelirmiş. Sorduklarında ise "arkadaşlara avans verdim, orta olduğunda ben sonradan yetişirim" dermiş. Sanki Quaresma'nınki de o hesap. Siz başlayın ben geliyorum der gibi. Şaka bir yana, trivela ustası idari cezayı göze almış. Sosyal medyasına bakıyorum, ailesiyle fazladan iki gün geçirmiş. Karın kaslarını gösteren fotoğraf koymuş. Sanki "Hocam sakın kızma, baklalar ortada. Tatilde yatmadım" diyor.
Portekizli yine de seviliyor. Portekizli demişken içine Alman disiplini kaçmış Pepe'yi ayakta alkışlıyorum. Kampın ikinci günü takım idmanına katıldı. Belli ki tatilde bile ekstra çalışmış. Hırslı ve çok istekliydi. İdman bitiminde, antrenmanı seyreden İspanyol futbol severlerle sohbet ederek fotoğraflar çekildi. Akşam idmanından sonra, bacak kaslarının rahatlaması için buzlu su dolu varillere attı kendini. O sırada gelen minik bir hayranına terli tişörtünü verdi. Velet uyanık. Adriano'nun şortuna yapıştı. O da tişörtünü küçük futbolsevere verdi. Elindeki tişörtlerle annesine koşarak "Adriano ve Pepe" diye bağırıyordu. Çok mutluydu. Ama en çok annesi mutluydu. Evladı olanlar bilir. Çocukların mutluluğu ebeveynlere ayrı duygular hissettirir.
Çocuklar bir başkadır. Transfer Komitesi Başkanı Umut Güner, oğlu Aras'ı, kongre üyesi Adem Akçay da, oğlu Emir'i Marbella'ya getirmişti. Yönetici ve kongre üyesi gibi değil sanki deplasmana giden baba - oğul gibi gelmişlerdi. Umut Güner, transferle ilgili ser verip sır vermiyordu. Kolay değil işleri. Bu dönem hayatı, transfer çalışmaları nedeniyle gökyüzünde geçiyor. Yere indiğinde yakasına, "nerelerdeydin diye" herhalde ilk ailesi yapışıyordur.
Akşam antrenmanının son bölümündeyiz. Başkan ve dostları, erken ayrıldılar. Gözüm Talisca'ya takıldı. Caner ile birlikte serbest vuruş çalışması yapıyordu. Abartmıyorum, Talisca, Dünya üzerindeki sayılı frikikçilerden biri. Fişek Caner de fena değil. Caner ve Talisca, topu ağlarla buluşturduğu an, antrenman sahasının yakınındaki köpek çiftliğindeki kuçu kuçular bile "aauuuvv" diyordu.
Adriano'ya ayrı bir paragraf açmak istiyorum... Çok az bulunur böyle profesyonel. Şampiyonluk balosunda o halaya sonradan giren çocuk var ya, daha çok halay çeker. Beşiktaş bu sene de şampiyon olursa halaya sonradan girmez doğrudan halay başı olur. Kampın yıldızı oldu şimdiden. Hız desen var. Oyun zekası zaten cebinde. Ama o pozitif enerjisi yok mu; onu seyrederken, alt yapıdan yeni çıkmış hırslı bir genç görüyor sanki insan. Yatmaya değil, çalışmaya gelmiş. Şenol hoca çok sever böyle futbolcuları.
Şu an saat, Marbella'da gece iki... Diyeceksiniz ki yat uyu kardeşim. Olsun önemli değil. Sabahki idman bizlere kapalı. Zaten akşamında Real Valladolid maçı var. Bakalım Beşiktaş nasıl oynayacak. Sabah erken kalkacağız ama şükürler olsun ki soğuk deniz burnumuzun dibinde. İki yüzer kendimize geliriz. Dedik ya insan dertlerini denize bırakır diye... Umarım sizler de bu yazıyı okurken, dertlerinizi bir yerlere bırakmışsınızdır. Yarınki kamp raporunda görüşmek üzere. Marbella'dan sevgiler ve saygılarla.