Serdar Sarıdağ

Serdar Sarıdağ

serdar.saridag@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Nereden başlasak diye düşünecek olursak, o kadar çok başlangıç noktası var ki, hangi birinden başlayacağımızı bulmak mümkün değil. Fabri'nin, o hakem katliamı Dinamo Kiev maçından sonraki göz yaşlarından başlasak, o damlaların içerisinde boğulup kalıyoruz. Aboubakar'ın, dünkü maçtan sonraki üçlüsünden girsek, taraftarın göz yaşlarındaki akıntıya kapılıp duruyoruz. Kartal'ın bu sene itibariyle değil, Şenol Güneş'in gelişiyle başlayan bu güzel hikayesine girmek mümkün değil. Tıpkı onun dediği gibi, hangi kelimeleri kullansak, denizde birer damla gibi kalıyor. Deneyimli hoca, damla damla o denizi taşırmak istiyor. Karadeniz'in bu isyankar çocuğu, tıpkı o coğrafyanın falezlerini, toz duman eden dalgaları gibi olmak istiyor. Ama o da biliyor ki, Şampiyonlar Ligi'nde öyle dalgalar yaratmak istiyorsan, daha çok damlaların o denize dökülmesi lazım.

Haberin Devamı

Böylesine ilginç bir gruptan lider çıkarak, Şampiyonlar Ligi'nde tek Türk takım unvanını elinde bulunduran, Beşiktaş'ın çocuklarının hızına, tarih yazan kalemler yetişemiyor. Attığı her golle, yaptığı her asistle, Cenk Tosun'un yükselen bonservisine, ne doların ne de euronun hızı yetişemiyor. Bu ülkede ilk kez bir değerimiz, dövizden daha hızlı yükseliyor. Beşiktaş'ın dün geceki tarihi başarısıyla gelen büyük coşku, ölmüş Beşiktaşılar'ı bile mezarlarından çıkaracak gibiydi.
Kolay gelinmedi buralara kadar. Hiç biri tesadüf değildi. Sahada ne yapacağını ve ne yapmayacağını bilen bir Beşiktaş vardı. Hele ikinci yarıdaki o pas trafiği. Siyah - beyazlı oyuncuların her paslaşmasında, Portolu oyuncuların kafası tenis maçı seyreder gibiydi. Sanki yün yumağını izleyen kedi gibiydiler. Topu kapmak isteseler, hamleleri havada uçan tekme haline geliyordu. Tolgay Arslan, öyle bir oynuyordu ki, karşısındaki her bir Portolu'nun durumu, sosyal medyada dolaşan, balona rövaşata yapmaya çalışan genç kardeşimiz gibiydi. Dün gece Vodafone Park'ta, Porto'nun ayakkabısı adeta stadın çatısına kadar uçmuştu.
Maç bittiğinde, tüm tribünler Şenol Güneş diye bağırıyordu... Ortam, kutsal bir ayin yapılıyormuş gibi bir havaya bürünmüştü. Tüyler diken diken ama havanın soğukluğundan değil. Boğazlar düğüm düğüm ama yenilen sucuk - köftelerden değil. Tribündeki gözler ıslak mı ıslak ama üzüntüden değil. Bir sonraki gün iş günü ama kimsenin evine gitmeye niyeti yok. Finalde ise Aboubakar'ı görüyoruz. O nasıl coşku dolu bir üçlü çektirme. Taraftarı bıraksalar, sahaya inip bu güzel insana sarılıp bağrına basacaklar.
Peki bu iş burada mı bitecek? Elbette hayır. Bu güzel hikayeyi bizlere anlatan Şenol Güneş ise, inanın sonunun nasıl biteceğini kimse kestiremez. Quentin Tarantino filmleri gibi. Ne başı belli ne de sonu. İşin özeti hikayemiz devam ediyor. Bakalım sonu nereye varacak. Tebrikler Beşiktaş, tebrikler çocuklar... Türkiye sizinle, Avrupa futbolunda, çok fiyakalı duruyor.