Federasyon başkanlığı hakemlik gibidir. Bu işe başladığında formanı üzerinden çıkaracaksın...
Büyük takım, küçük takım ayrımı yapmadan, futbolun etik değerlerini ön planda tutacaksın. Her şeyden önemlisi kararlı, otoriter olup, oyunun kurallarını iyi bileceksin. Herkese eşit mesafede duran ve standart kararlar veren olacaksın.
En önemlisi de gelişen dünya futbolunu yakından takip ederek yeniliklere açık duracaksın. Futbolu, Türkiye’de ayrı yurt dışında ayrı yönetmeyeceksin...
Hiç kimseden etkilenmeden doğru bildiğini yapacaksın. Eğer bir sonraki maçı düşünürsen o maçını asla bitiremezsin, yarıda kalır. Herkese şirin görüneyim, hele bir de büyük takımlara yakın olayım dersen işte orada eyyam başlar ve kısa zamanda ipin ucu elinden kaçar. Maçı sağlıklı tamamlamak ise mümkün olmaz.
Eyyam başlar
Ev sahibi takım, deplasman takımı demeden maçını idare edeceksin... Hele bir de yönettiğin maçın saha dışı dengelerini düşünmeye başlarsan o zaman halin haraptır. İşte orada eyyam başlar.
İşin en önemli tarafı ise kondisyondur. Eğer o yoksa bu işlere hiç ama hiç bulaşmayacaksın.
Sarı ve kırmızı kartını gerektiğinde dakika ve skor gözetmeden göstereceksin. Sahanın her yerinde eşit ve adil düdükler çalacaksın. Seyirci baskısı, medya baskısı, bunlara boyun eğmeden otoriteni kuracaksın.
Avantaj kuralını gerektiğinde uygulayıp, futbolun güzelleşmesine katkı sağlayacaksın. Eğer her yerde ‘oyna avantaj’ dersen, oyun sertleşir, kontrolü kaybedersin ve kırmızı kartlar artmaya başlar o zaman.
Kartlarını yerinde ve herkese eşit olarak kullanırsan maçı dengede ve kontrolde götürebilirsin. Eğer kontrolü kaybedersen maçı sen değil oyuncular yönetmeye başlar.
Topun oyunda kalması için maçı basit düdüklerle kesmeyeceksin. Tutarlı olacak verdiğin bir kararla diğeri mutlaka örtüşecek. Yani sahanın bir yerinde farklı diğer yerinde farklı davranmayacaksın. Herkes bilecek senin tarzını ve nerede nasıl davranacağını.
Yeri geldiğinde sert, yeri geldiğinde de şefkatle yaklaşacaksın oyunculara...
Yardımcı ve dördüncülerini iyi seçeceksin. Onlar seni iyi tanıyıp, ona göre yardımcı olacaklar. En önemlisi uyum içinde olacaksınız.
İşbirliğinde hata yapmadan ekibinle beraber yöneteceksin maçı. Onlara güveneceksin. Eğer yardımcın bir pozisyonu kaçırır ve o da gider gol olursa hatayı beraber üstleneceksiniz. Çünkü maçı yöneten lider olarak ekibinin bütün sorumluluğu sana aittir. Maç sonrası konuşma ve tavırlarınla onları satmayacaksın tribünlere...
İşte bunları yaparsan sahadakilerin ve seyircilerin güvenini kazanırsın. O zaman yapmış olduğun küçük hatalar görülmez ve güven duyulmaya başlanır. Yoksa oyuncular parmağında oynatmak isterler seni...
Olaylara hakem gözüyle baktığımızda ortaya bunlar çıkıyor işte. Yani hakem gözüyle futbolumuzun da böyle yönetilmeye ihtiyacı var.
Hakem olan adalet dağıtandır. En önemlisi de kimsenin hakkını bir başkasına yedirmeden objektif davranandır. Tabii ki hatalar yapacaktır hakem. Ancak maçın sonucuna etki etmeden doksan dakikayı tamamlayan hakem iyi hakemdir.
Durum ortada
Önceki başkanların hangisi yukarıda saydıklarımı uygulayabildi? Hatırlıyorum da “formamı üzerimden çıkardım” diyenlerin futbolumuzu nasıl batağa sürüklediklerini... Kahroluyorum futbol adına.
İşte bu eyyam zihniyetinin futbolumuzu getirdiği durum çok açık ortada. Kurallar, talimatlar ise çok açık önlerinde. O zaman bu kadar kasmaya ne gerek var. Gördüğünüzü çalıp, kuralları uygulamak neyinize yetmiyor.
Lafın özü ise artık sahada hakem görmek istiyoruz...
Antalya’daki UEFA testlerine Cüneyt Çakır, Fırat Aydınus, Bülent Yıldırım, Hüseyin Göçek, Halis Özkahya, Yunus Yıldırım ve Tolga Özkalfa katıldı. Dayanıklılık testlerinde sadece Çakır ve Göçek başarılı oldu.
FIFA hakemlerine hiç yakışmadı
Antalya’da yapılan FIFA hakem koşusunda hakemlerimiz döküldüler...
Cüneyt Çakır ve Hüseyin Göçek gibi hakemlerimiz bile son adımda tamamlayabildiler koşularını. Diğer FIFA hakemlerimizin hiç birisi tamamlayamadı testleri...
Ondan sonra çıkıp, MHK bizlere hikaye anlatmaya devam ediyor. Düşünebiliyor musunuz? Takımlarımız milyon dolarlar harcayıp yatırımlar yaparken, hakemlerimiz koşu problemlerini bile çözemedi hâlâ. Ondan sonra MHK başkanı ve üyeleri çıkıp, “biz çok başarılıyız ve hakemlerimizle gurur duyuyoruz” diyorlar.
İtalyan, İngiliz, Fransız hakemleri hiçbir fire bile vermeden koşarken benim hakemlerimin durumu gerçekten içler acısı. Bu rezaletin sorumluluğu ise tamamen MHK’ye aittir. Daha hakemlerimizi, hele bir de en önde olanlarını bile kondisyon olarak hazır hale getiremiyorsanız orada ne işiniz var diye sormazlar mı adama?
Maçlardaki hakem yönetimleri çok açık ortada ve bu durum meseleyi çok iyi özetliyor aslında. Maçların birçoğunda skandal hakem kararları var. MHK ise tutarsız atamalar ve uygulamalarla Türk hakemliğinin kan kaybetmesine maalesef göz yummaya devam ediyor.