11.11.2015 - 15:24 | Son Güncellenme:
Saldırıya uğradıkları günü anlatırken gözyaşlarına boğulan Sibel Kulaksız'ın Trabzonspor yönetiminden bir de isteği var: Akyazı Stadı'na 'Arslan Kulaksız' adı verilsin. İşte Elif Neslihan Sağır'ın Trabzonspor Dergisi için yaptığı röportajın bazı bölümleri:
İLGİ, BİLGİ, ÖNGÖRÜ!
-Eşinizin hayata bakış açısı nasıldı?
Hayatla ilgili çok tecrübeliydi. Her konuyla ilgili söyleyecek bir sözü vardı. Askerlerine, çocuklarına ve bana sürekli aşılamaya çalıştığı üç kelime vardı. İlgi, bilgi, öngörü… Bu sözü hayat felsefesi yapmıştı. Bizlere, ‘bu üç kelimeyi sahiplenirseniz kazanırsınız’ derdi.
-Sibel Hanım isterseniz eşinizin ikinci aşkı Trabzonspor’u konuşalım. Arslan Binbaşı nasıl Trabzonsporlu olmuştu?
Arslan, 14 yaşına kadar Fenerbahçeliymiş. Bir Fenerbahçe-Trabzonspor maçında arkadaşları, ‘Trabzonspor sizi yener’ deyince, eşim de ‘bizi yenerse, ben de helal olsun der ve Trabzonspor’u tutarım’ demiş. O maçta Trabzonspor galip gelmiş ve eşimin Bordo–Mavi renklere olan sonsuz tutkusu başlamış. -Amasyalı olup başka bir şehrin takımını desteklemesi nasıl karşılanıyordu?Amasyalısın ama Trabzonspor’u tutuyorsun diyenlere, ‘herkes ben olamaz. Trabzonspor’u tutmak ayrıcalıktır’ derdi. Hatta ona eskiden Fenerbahçe’yi tuttuğu hatırlatılınca kabul etmek istemezdi.
"TRABZONSPOR'A AYRI BİR SEVGİYLE BAKIYORDU"
-Nasıl bir Trabzonspor aşığıydı?
Ailesi, vatanı ve Trabzonspor vardı Arslan’ın hayatında. Trabzonspor’a ayrı bir sevgiyle bakıyordu. Bu nasıl bir tutkuydu inanın anlayamadım. Gittiği her yerde takımını anlatırdı. Herkes ona hediye olarak Bordo-Mavi renklerle süslü bir şey getirirdi. Kızımıza aldığı saç tokasından tutun, parfüm kutularına kadar renkler hep Bordo-Maviydi. Yıllarca arabasının arkasında ‘Bize her yer Trabzon’ yazısı asılı kaldı. Rize’de görev yaptığı yıllarda bizi gezmek için Trabzon’a götürürdü, kendimizi anında TS Club’da bulurduk. Çocuklarına ve bana ismimizin yazılı olduğu Trabzonspor formaları hazırlatmıştı. Kızımız ayın 17’sinde doğduğu için forma numarası 17 idi. Kendisine de beş numaralı Amasya plakalı formayı yaptırmıştı. Detaylar onun için hep önemli olmuştur.
"ARSLAN'IN TRABZONSPOR AŞKINA BEN DE SAHİP ÇIKACAĞIM"
-Birlikte Trabzonspor’un maçlarına gider miydiniz?
Benimle hiç gitmedi ama oğluyla çok gitti. Ben maç sevmezdim. Eskiden fanatik değildim ama artık Arslan’ın aşkına ben de sahip çıkacağım ve tam bir Trabzonspor taraftarı olarak takımımızı sonuna kadar destekleyeceğim.
Arslan Kulaksız'ın, oğlu Burak, eşi Sibel ve kızı İrem Su, şehit binbaşının fotoğrafını gururla taşıyor.
"ŞOTA VE HAMİ’Yİ BEĞENİRDİ"
-Trabzonspor yenildiğinde üzülür müydü?
Hem de çok üzülürdü. Bazen izlemezdi ve totem tutardı. ‘Ben izlemeyince galip geliyoruz’ derdi.
-Trabzonspor’da beğendiği futbolcu var mıydı?
Şota Arveladze’yi ve Hami Mandıralıyı çok beğenirdi. Şota’nın hoca olarak geri gelmesine çok sevinmişti.
"BORDO-MAVİ İPLER GETİRİP 'OĞLUMA YELEK ÖR ANNESİ' DEDİ"
-Trabzonspor’un onu son derece mutlu ettiği bir maç var mı, hatırlıyor musunuz?
Hiç unutmuyorum 1996 senesinde Trabzonspor’un bir kupa zaferi sonrası bana Bordo-Mavi ipler getirmiş ve ‘oğluma yelek ör annesi, herkes görsün oğlumu’ demişti. O zaman Şırnakta’ydık.
"FENERBAHÇELİ ARKADAŞLARINA TAKILMAYA BAYILIRDI"
-Trabzonspor’un kazandığı maçlardan sonra arkadaşlarına takılır mıydı?
Herkesi arardı, takılırdı onlara. Özellikle Fenerbahçeli arkadaşlarıyla uğraşmaktan büyük keyif alırdı. ‘Nasıl yendik’ derdi. En son çocuklara ve kendine yaptırdığı formaları giyip, fanatik Fenerbahçeli olan Savcı Beyin kızını kucağına alıp fotoğraf çektirmişti. Sırf savcıyı sinir etmek için, ‘Kızın Trabzonsporluların elinde, rahat ol’ derdi ona.
"HER YERDE SEVİLİRDİ, ZATEN BU YÜZDEN PUSU KURULDU"
-Eşiniz nasıl bir askerdi? Görev aldığı yerlere hemen uyum sağlar mıydı?
O, düzeni ve tertibi sağlayan, huzur ortamını oluşturan, gittiği her yerde sevilen, saygı gören bir askerdi. Zaten bu yüzden pusu kuruldu ona. Bayrağına ve toprağına çok düşkündü. Her şeyden öce kendi bölüğünde bir demirbaş olurdu. Onunla gurur duyuyorum. Gittiğimiz her yerde insanlarla hemen arkadaşlık kurardı.
Sibel Kulaksız röportaj sırasında şehit eşinin askerlerinden gelen destek mesajları gösterdi.
"ASKERLER 'O BİZİM BABAMIZ' DERDİ"
-Askerleriyle arasındaki diyalog nasıldı?
Askerler eşim için, ‘o bizim babamız’ derdi. 1.90 boyundaydı ama o dev gibi adamın içinde çok merhametli bir kalp vardı. Askerleriyle birlik ve beraberlik içindeydi, onların başını okşardı.
"GÖREVİNİ UZATTIĞI İÇİN VURDULAR"
-Malazgirt’teki görev süresi bittiği halde neden uzattı?
Orada düzeni sağlamıştı. Her şey sistematik işliyordu artık. Doğu görevi bittiği halde bir yıl daha o düzeni ve huzuru korumak istedi. Zaten onu bu nedenle şehit ettiler.
-Doğu insanı hakkında neler düşünürdü?
Biz hep onlarla birlikteydik. Beraber yiyip içiyorduk. Kürtlerle hiçbir zaman sorunumuz olmadı. Zaten Arslan için, Kürtçülük diye bir şey yoktu. Sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak vardı. Vatana hainlik eden herkes onun için suçluydu. Bu Kürt’te olabilir Türk’te…
"TAKİP EDİLDİĞİNİ BİLİYORMUŞ"
-Son zamanlarda artan PKK olaylarından dolayı tedbir alınmış mıydı?
Arslan, takip edildiğini zaten biliyormuş. Oradaki tüm yetkilileri, herkesi uyarmış. Vurulduğu sabah yine herkesten dikkatli olmalarını istemiş.
-O gün için binbaşının kulağına özel bir istihbarat gelmiş miydi acaba? Bilginiz var mı?
Zaten her gün gelen şehit haberleri en büyük istihbarat oluyordu bizim için.
-Peki, kendisi için neden tedbir almadı?
Çünkü eşim Malazgirt’te tek başına bir devlet bir komutandı. Orayı korumakla yükümlüydü. Hatta Hâkime Hanımla bir yere gitmeleri gerekiyordu. Hâkime Hanım, ‘ Arslan Binbaşım, gitmeyelim’ dedi. O da, ‘ben varken sen korkma’ şeklinde cevap verdi. Çok güçlüydü, çok inançlıydı…
"PAZAR GÜNÜ ÇOK AĞLADIM, PAZARTESİ ONU KAYBETTİM"
Ölmeden önce nasıldı, bir gariplik var mıydı, hissettiği bir şeyden bahsetti mi?Ölmeden bir gün önce yani pazar günü ailecek onun askeriyedeki odasında oturduk, hep birlikte sohbet ediyorduk. Arslan, çalıştığı her yeri yeniden görmeyi çok istediğini söyledi. O gün bir televizyon kanalında Rize’yi tanıtıyorlardı. Açtık izledik. Ne hikmetse görev yaptığı her yeri kısa kısa gösterdiler televizyonda. Ölmeden önce bu şekilde hasret giderdi oralarla. Bana göre o gün her şey normaldi ama ben anormaldim. Bir anda durup dururken ağlamaya başladım. Bilmiyorum, belki de ölümü yansıdı. Yanıma geldi; hemen, sevmeye şakalaşmaya başladı. ‘Ağlama, sizi her yere götüreceğim, gezdireceğim. Ne isterseniz onu yapacağız’ dedi. Ben kızımın okulu için İzmir’de yaşıyordum. Arslan’ın yanına 2 ayda bir gelip gidiyordum. Ona, ‘İrem yatılı okusun, ben artık sensizliğe dayanamıyorum’ dedim. Pazar günü çok ağladım, pazartesi onu kaybettim.
"O SABAH DUASINI OKUDU VE GİTTİ"
-Pazartesi sabah uyandınız ve neler yaşandı o gün?
Her sabah olduğu gibi kalktı, duşunu aldı, duasını okudu ve gitti.
-O saatlere ilerleyelim mi, siz ne zaman bir araya geldiniz?
Bana telefon açtı, ‘Hâkime Hanım çay içmeye gidelim diyor’ dedi. Ben de oruç olduğumu söyledim. Şevval orucu tutuyordum. O da, ‘1 saat gidip gelelim’ dedi. Beni aldı arabaya bindik, sırtına dokundum, çok terlemişti. Ben onu askeri kıyafetler içinde her gördüğümde bir kere daha âşık olduğumu hissediyordum. O günde öyle oldum. Arabaya binmeden önce kızıma, ‘sen de bizimle gel, bir saat oturup döneceğiz’ dedim ama gelmek istemedi.
"ARABANIN DURMASIYLA ONLARIN BİZE ATEŞ AÇMASI AYNI ANDA OLDU"
-Sonra neler oldu?
Arabaya bindik, Hâkime Hanım ve diğer arkadaşların bulunduğu yere gittik, oturduk sohbet etmeye başladık. Arslan, mozaik pasta yedi ve semaver çayı içti. Kalbim sıkıştı birden ve Arslan’a, ‘hadi gidelim iyi hissetmiyorum’ dedim. Ölüm acısını hissettim bir anda. Bölüğe gitmek için yola çıktık, ben de orada orucumu açacaktım. Gideceğimiz yere 10 dakika vardı. Başhekimin eşini aramak için telefonu elime aldım, açmayınca geri bıraktım telefonu o anda arabadan değişik bir ses geldi ve durdu. Arabanın durmasıyla onların bize ateş açması aynı anda oldu zaten. Meğer bizi takip ediyorlarmış, oturduğumuz andan beri bekliyorlarmış.
"ARSLAN BANA SİPER OLDU VE SADECE 'ALLAH' DİYEBİLDİ"
İlk önce eşim vuruldu, sonra benim kolumdan bir kurşun girip göğsüme saplandı. İkinci kurşun yüzüme geliyordu, Arslan bana siper oldu ve sadece ‘Allah’ diyebildi. Zaten Arslan’ı da ölüme götüren o son kurşun oldu. Benim de onun da kalbine ateş ettiler. İlk vurulduğunda anlamadım. Hiç kan akmadı ondan ben de iyi olduğunu düşündüm. Benim gibi yaralandı zannettim. Vurulduktan sonra ikinci ateşe önüme atladı, beni korudu öne eğildik, kapıyı açtı silahını çıkarttı… Arabanın camları tuz buz olmuştu, orada halka bağırdım ‘siz de yere yatın’ dedim. Hâlâ onları korumak istedim. Siyah bir arabadaydı bize ateş açanlar.
"ONA BİR ŞEY OLMADI ZANNETTİM"
-O an ne yaptığınızı hatırlıyor musunuz?
156’yı aradım, ‘bizi vurdular’ dedim. Arslan’ın yanına gittim. Ona bir şey olmadı zannettim, olmamıştı da zaten. İnsanlar başına birikmişti, su veriyorlardı. Hemen elimi dili damağına yapışmasın diye ağzına attım, havlu istedim pansuman için. Herkes onu görünce şok geçirdi, insanlara yardım edin diye bağırdım. Saman arabası ve beyaz bir araba yolumuzu kesti. Ambulansın gelişini önlemek için bir tuzakmış. Hastanede 4 saate yakın uğraşmışlar, aralıksız kalp masajı yapmışlar ama yaşatamamışlar. Vücut verilen kanı almamış ve iç kanama geçirmiş.
-Vedalaşabildiniz mi?
Evet, yanına götürdüler beni. Boyu uzun olduğu için ayakları örtünün dışında kalmıştı. Ayaklarını öptüm, kokladım. Sonra pamuk ve su istedim. Pamuğu suyla ıslayıp dudaklarına sürdüm ve kulağına eğilip, ‘sakın şeytana imanını satma, sen şehit oldun’ dedim. Kelime-i Şahadet getirdim. Yüzüne baktım gülümsüyordu. Allah bana onun son anında, son nefesinde suyunu vermeyi de nasip etti. Mezara koyulurken de ben öptüm, tabutuna da ben sarıldım. 2 yıldır Merzifon’a gelememişti, çok görmek istiyordu. Anne ve babasına hasretti. Onun kendi toprağına gömülmesini istedim, zaten bir vasiyeti olsa, o da memleketine gömülmek isterdi.
"ARSLAN’DAN SANA BİR MESAJ VAR"
-Şehitler ölmezmiş buna dayanarak sormak istiyorum. Arslan Binbaşı’nın vefatından sonra yaşadığınız ilginç bir olay oldu mu?
Vefatından 10 gün sonraydı. Oğlumla uyuyorduk. Rüyamda bir ses, ‘Arslan’dan sana mesaj var. Zerrin Özer’i dinle’ dedi. Ses o kadar netti ki, ne alâka diye düşündüm. Ardından, karanlıkların içinde Kenan Işık’ı gördüm ve sarı gülleri… Gece uyandım, oğluma, ‘bana sabah hatırlat Zerrin Özer’i dinleyeceğim’ dedim. Uyandığımda mezarına gittik ve sarı güller vardı. Güllerden kopartmak istedim oğlum izin vermedi. Ben de, ‘sarı güller ayrılıktır’ dedim ve öylece bıraktım. Eve geldik şarkıyı dinlemek istedim. Şarkıyı dinlemeye başladım şok oldum. Kenan Işık’ın sözleri eşimin bana söylediği sözlerdi. Zerrin Özer’in söyledikleri ise benim eşime kullandığım kelimelerdi. Şarkının ismi ise, Veda’ydı.‘Şarkıyı açtı… Cırcır böcekleri ötüyordu şarkının müzikli girişinde… Hem şarkıyı dinledik hem o dizlerimizde hıçkırıklara boğuldu. Onunla ağlamamak için kendimizi zor tuttuk. O konuştu biz dinledik, saçlarını okşadık. Ağlarken söylediği tek söz vardı, ‘Elif… Biz çok âşıktık… Çok âşıktık biz…’
"EN BÜYÜK ARZUSU YENİ STATTA MAÇ İZLEYEBİLMEKTİ"
-Sibel Hanım, son olarak neler söylemek istersiniz?
Hiçbir şehidimizin ve hiçbir vatandaşımızın kanı yerde kalmayacak. Eşim ulaşabileceği en yüksek mertebeye ulaştı. Bizim gibi şehit veren tüm ailelere sabır diliyorum. Ayrıca Trabzonlular ve Trabzonspor taraftarlarına eşimin sevgisine sahip çıktıkları için teşekkür ediyorum. Trabzonspor yönetimi bizi hiç yalnız bırakmadı, hep ilgilendi. Eşim öldükten sonra birçok yere ismi verildi. Arslan’ın en büyük arzusu Trabzonspor’un yeni stadyumunda maç izleyebilmekti ama kısmet olmadı. Trabzonspor yönetiminden eşimin adını yeni stadyuma vermelerini rica ediyorum. Yönetimden son olarak sadece bunu istiyorum. (Trabzonspor Dergisi)