Avrupa şampiyonalarına, Dünya kupalarına kalkan trenlerin daha hiçbirine zamanında binemedik. Trenler kalkıyor, gözden kaybolmaya başlıyorlar, aklımız başımıza o zaman geliyor. Var gücümüzle kovalamaya başlıyoruz, bazen son vagona tutunuyoruz, çokça elimizin, avucumuzun içinden kaçırıyoruz.
2018 Rusya için kalkan trene de çoğu zaman olduğu gibi başlangıçta binemedik. Hovardaca puanlar kaybettik, tren artık gözden kaybolurken kovalamaya başladık ama geçmiş olsun... Sona kalan dona kalır misali, gene eve mahkum olduk. Hayal kırıklıklarına bir yenisini ekledik.
İşin kötü tarafı, bu kaçırdığımız son tren olmayacak. Bu kafayla, bu anlayışlı, futbolun bu yalan dünyasıyla biz daha çok trenler kovalar, daha çok trenler kaçırırız.
İzlanda karşısındaki şu halimize bakın... Rakip iki pasta bizim kalemize geliyor, biz 10 pas yapıp rakip kaleye gidemiyoruz. Rakip bulutlarla buluşur gibi hava toplarına yükselirken biz niye hep “altta kalanın canı çıksın”a mahkum oluyoruz. Bu yükselme, sıçrama işi doğuştan Allah vergisi değil ki... Çalışırsan oluyor. Acaba bizim dışımızda “al gülüm-var gülüm” diye yan pas oynayan, bu kadar yavaş hücum eden, bunun sonucu rakip savunmada iğne deliği bile bulamayan bir başka takım var mı?
Türk takımları, Türk Milli Takımı öne oynamayı, hızlı oynamayı, üç pasta rakip kaleye inmeyi niye beceremiyor? Adamlar bize iğne deliği kadar boşluk bırakmazken, biz ceza alanımızın içinde ve çevresinde yayla gibi alanları nasıl oluyor da rakiplere ikram ediyoruz? Dünyada bizim kadar kolay gol yiyip, bizim kadar gol atmakta zorlanan bir başka ülke takımı var mı acaba?
Futbolcumuz tembel... Çalışmayı sevmiyor, disiplini sevmiyor, kendini geliştirmeyi hiç denemiyor. Hep söylüyorum; saçına-sakalına gösterdiği özeni, bireysel gelişimi için asla göstermiyor. Üstelik, kulübü şımartıyor, yöneticisi şımartıyor, taraftarı şımartıyor. Asla disiplinli değiller... Hocalarımız kulüp bulma peşinde... Onların da kendilerini geliştirmek gibi bir dertleri yok. Kendilerini yeterli buluyorlar, ama eserleri ortada...
Kimse bu hayal kırıklıklarını yabancı oyuncu sayısına bağlamasın. Yabancı oyuncu sınırı varken de böyleydik, sınırsız yabancıda da böyleyiz. Üretemeyen, yetiştiremeyen, yetiştirdiğini geliştiremeyen, futbolcu tarlalarını ekmeyen, biçmeyen, birbirini kandırmaya devam eden bir futbol düzeninden, pardon düzensizliğinden ne futbolcu çıkar, ne milli takım... Çıkan milli takım da olsa olsa işte bu kadar olur.
Tek kelimeyle hayal kırıklığı, tek kelimeyle re-za-let... Biz kendi içimizde birbirimize gaz vermekle meşgulüz. “Ligimiz iyi diyoruz”, oynayanlar yabancı... Oysa dışarıda futbolun bir başka dünyası var, bir başka gerçeği var... Biz o dünyaya ait değiliz. Biz o dünya için son derece yetersiziz...
İddia ediyorum, bu kafa 2020’ye de gidemez, 2022’ye de... Türkiye gerçekleri konuşmak ve uygulamak zorunda... Bu kafayla, bu düzenle, bu şımarıklıkla, maalesef bundan daha fazlası olmaz. Sadece şu olur: Eller oynar, biz seyrederiz...