Özellikle son yıllarda kulüplerimizi teslim alan “futbolcuya dayalı düzen” ne yazık ki, son Avrupa Şampiyonası’nda, Fatih Terim gibi bir büyük otoriteye rağmen, milli takımımızı da teslim aldı.
Yıllardır futbolcuları korumaya çalışırım. Onların, dünyanın bu büyük tutkusunun başrol oyuncuları olduklarına çok inanırım ve yaptıklar işin “sıra dışı” olduğunu kabul ederim. Ancak özellikle son dönemlerde şunu gözlemeye başladım; Bizim oyuncular futbolun nimetlerinden yararlanıyorlar, külfetlerine katlanamıyorlar. Daha fazla çalışma, daha fazla koşma, daha kaliteli şut atma, ölesiye mücadele etme, fiziki dayanıklılık, profesyonelliğin gerektirdiği gibi yaşama, baktığınızda maalesef bu konularda Avrupa ülkelerinin çok gerisindeyiz.
Hemen bir hatırlama turu yapalım... Bu ülkede, futbolcular istemiyor diye kovulan hocalar var. Bu ülkede, “çok çalıştırıyor“ diye yönetime şikayet edilen antrenörler var. Bu ülkede, futbolcuların şikayetlerini dikkate alıp, “hoca şu antrenmanları biraz gevşet“ diyen başkanlar, yöneticiler var. Bu ülkede, antrenmanda kendisini uyaran hocasına, “para mı alıyoruz da koşalım?” diyen futbolcular var.
Bu ülkede, taraftarlık uğruna “azla yetinen” ve kazanınca her şeyin güllük gülistanlık olduğunu sanan ve futbolcusuna en ufak bir eleştiriyi bile kabul etmeyen seyirci anlayışı var. Bu düzen değişmeden, bu anlayış değişmeden, bu kafalar değişmeden, sonuçlar asla değişmez. Her şampiyona yeni bir ağlama duvarı olur. İşin kötüsü bizde laf çok, icraat yok...
Var mısınız?
Bu kadar maç oynandı, şampiyonanın yayıncısı olan Bienspor’dan (Digitürk‘ün yeni sahibi), maç sonraları onlarca program izledim. Bir defa olsun hakem konuşulduğunu duymadım. Sahada hakeme itiraz görmedim, taç atışına el-kol hareketi yapanı görmedim, maçtan sonra hakem aleyhine konuşan başkan, hoca, futbolcu görmedim.
En önemlisi, bizdeki gibi uçana-kaçana, saçı bozulana faul çalan hakemleri hiç görmedim. Bizde sarı kart çıkan, ikinci sarıdan kırmızıya dönen pozisyonların tamamına yakınında “devam” diyen hakemler ve bu pozisyonlara hiç aldırış etmeyen seyirciler ve futbolcular gördüm. Bizdeki gibi “hakem doğradı, hakem geçit vermedi” diye içindeki taraftarlık duygularıyla yorum yazana, yorum yapana hiç rastlamadım.
Bırakalım şu hakemleri, oynatsınlar... Uçana-kaçana faul çalıp, zaten düşük tempodaki maçları, çekilmez hale sokmasınlar. Şurası kesin; eğer kulüplerimizle, Milli Takımımızla Avrupa’da başarı istiyorsak, ligin ölçüsünü, kendi renklerimize, kendi duygularımıza göre değil, Avrupa standartlarına göre koyalım. Var mısınız buna? Futbolcusuyla, hocasıyla, başkanıyla, seyircisiyle, medyasıyla var mısınız buna? Var mısınız Süper Lig’i sulandırmadan, Avrupa standartları ve kriterleri ile oynamaya... Alooo... Ses gelmiyor!
İnsanlar burundan soluyor
Elendik, biz de Türkiye’ye döndük. Kısmetse finallerde canlı yayınlarda yeni programlarla karşınızda olacağız. Gelince caddede, sokakta insanlarla daha fazla konuşma fırsatı bulduk. Maalesef kırgınlık, kızgınlık çok hafif kalır. Öfke, hatta nefret tavan yapmış. Ben meslek hayatımda milli takımın 8-0’lık , 5-0’lık yenilgilerine gördüm. Ama böyle bir tepkiyi (en hafif ifadesiyle tepki) inanın görmedim. İnsanlar kelimenin tam anlamıyla burnundan soluyor.
Teslim olduk
Herkes eleniyor. Futbolun doğasında var bu... Ama elenenler “vuruşarak, savaşarak, çarpışarak” cepheyi terk ediyor. Ama bizim cepheden çekilişimiz ve eve dönüşümüz diğer takımlara benzemiyor. Onlar vuruşarak geri çekildiler, biz “teslim olduk”... Zaten insanların isyanı buna... Bu teslim oluşa...
İçim sızladı
Galler-K.İrlanda maçını izlerken içim sızladı. Gruptan çıksak o Galler’in karşısında biz olacaktık. Sonraki Belçika-Macaristan maçından da Belçika çıktı. Baktığınızda Türkiye’yi en azından yarı finale götürecek “otoban” gibi bir yol vardı önümüzde... Hedef gözümüzün önünde, avucumuzun içinde dururken bomboş yolda kaza yaptık, beceremedik...
Koşmadan oynanmıyor
Hırvatistan-Portekiz maçını izliyorum. Uzatmaların ilk bölümünde Hırvat Rakitiç oyundan çıktı. Baktım istatistikler koşu mesafesini tam 13 kilometre veriyor. Aynı dakikalarda Portekiz’den Adrien Silva çıktı, koşu mesafesi 13.45 kilometre... Bizim takımın koşu mesafeleri aklıma geldi... Sadece üç oyuncu 10 kilometreyi kıl payı geçmiş. Tamam, futbol sadece koşu mesafesi değil de, koşmadan da hiç oynanmıyor. Hele bizim ilk iki maçımızdaki gibi yürüyerek hiç oynanmıyor.
Ne pas, ne hız... İkisi de yok
Hırvatistan - Portekiz maçının 116. dakikasında Hırvat atağında top direkten döndü... O dönen topla Portekiz hücuma çıktı ve 10 saniye içinde golle buluşup, turnuvanın favorilerinden sayılan Hırvatistan’ı eledi. Biz koca şampiyona boyunca tek hızlı hücum yapamadık. Ya Barcelona gibi rakibi, çok affedersiniz “pas manyağı” yapacaksın, ya da Portekiz gibi 10 saniye içinde hızlı hücumu geliştirip rakip savunmayı az adamla ve kontrolsüz yakalayacaksın. Bizde ikisi de yok... Zaten olsaydı, bu kadar kötülüğe rağmen iki gol için elenmezdik.