Beşiktaş’a “Hoş geldin” diyorum. Beşiktaş gibi oynamayı, Şenol Güneş’li yıllar gibi parlamayı, “Kolu kanadı kırık olsa bile Kartallar gibi yüksek uçmayı” hatırladığı ve hatırlattığı için... Beşiktaş özellikle ikinci yarıdaki “insanüstü” mücadelesi ile bu maçı kazanmasa “futbolun adaleti” bile isyan ederdi. Beşiktaş, çok zor şartlarına, yedeğin yedeği oyuncularıyla başlamasına rağmen, ilk yarının son yarım saati dışındaki oyunu, mücadelesi, hırsı ve isteği ile “Anasının ak sütü” gibi bu galibiyeti hak etti.
Galatasaray ilk on beş dakikada yatağını yorganını yadırgayan, huzursuz ve tedirgin olan “otel müşterisi” gibiydi. Ama bu kısa sürdü. İlk yarının sonuna kadar geçen yarım saatte oyun, atak, organizasyon ve istatistikler, her şey Galatasaray’dan yanaydı. Galatasaray baskılı görünmesine rağmen bu yarım saatlik bölümde “yalancı bahar” gibi kandırmaktan öteye geçemedi. Tamam, baskılı oynadı ama tehlike yaratamadı, pozisyon bulamadı. Son iki maçın hareketli adamı Andone “sıfır” çekti. Sol kanatta Babel, sakatlıkla boğuşan Gökhan karşısında bırakın şut atmayı “adımını” bile atamadı. İlk yarıda Vida’nın “uçana-kaçana” vurduğunu söylemeliyiz.
İkinci yarı başladı, gözlerimize inanamadık. Müthiş bir baskı, müthiş bir iştah, her topu Galatasaraylı oyuncuların ayağından kapan bir anlayış ve birbirinden tehlikeli ataklar... Nitekim ikinci yarının ilk beş dakikasında dört net gol pozisyonuna girdi Beşiktaş... Antrenman maçı oynasanız bu kadar kısa sürede bu kadar pozisyona giremezsiniz. Beşiktaş girdi... Hadi birincisinde Diaby’nin akıl dolu vuruşunda kaleci Muslera’nın hakkını teslim edelim. Ancak Umut Nayir arka arkaya üçü net fırsatı kullanamadı. Umut, “Allah’ın hakkı üçtür”e bir ekleme yapıp dördüncü pozisyonunda golü attı. Bu golde Caner’in ortasının hakkını da verelim.
Beşiktaş savunmasında Roco, Rebocho maça, oyuna, Beşiktaş formasına henüz “yabancı” sayılsalar bile sırıtmadılar, açık vermediler, her topa müdahale ettiler. Gökhan, bu kadar ağır sakatlıktan sonra 85 dakika kaldığı oyunda Babel’e nefes aldırmadı, hatta topu bile göstermedi.
Peki Galatasaray ne yaptı? Sadece ilk yarının son yarım saatinde vardı. O oyun diliminde bile tek gol pozisyonu bulamadı. İkinci yarıda Galatasaray sahada yoktu. Koca Galatasaray takımı bu... İkinci yarının başlangıcı ile birlikte bu kadar ağır bir baskıyı nasıl yer, bu kadar nasıl bocalar, nasıl olur da kendi yarı alanından çıkmakta bu kadar zorlanır, inanılır gibi değil...
Fatih Hoca inat adamdır... Tribünler istedi diye Belhanda’yı kesmez ama Belhanda da bari kendine tanınan şansın hakkını verebilse, bir maç olsun Galatasaray seyircisini mahcup edebilse.... Adam ortada yok, kimbilir, belki de umrunda bile değil...
Fatih Terim, kadro yapısından şikayetçi olup dertlense bile, kim ne derse desin Süper Lig’in en iyi kadrolarından biri Galatasaray’da... Ama bu kadro adının, aldığının, giydiği formanın hakkını veremiyor. Öyle bir kadro ki, kavga etmiyor, mücadele etmiyor, sanki teslim olmaya hazır bir “manga” gibi sahada dolaşıyor.
Beşiktaş az-buz değil, çok ama çok hak ettiği, çok helalinden bir maç kazandı. Şartlar bu kadar kötüyken, takımın bu kadar eksikken, koca Galatasaray’a “sahayı dar ediyorsan”, bu galibiyet ananın ak sütü gibi helal olsun. Bazı galibiyetler vardır, galibiyetten ötedir. Beşiktaş öyle bir maç kazandı.
Hoş geldin Beşiktaş... İyi ki geldin Beşiktaş...