Salı akşamından beri karşımda iki televizyon Şampiyonlar Ligi maçlarını izliyorum. Özellikle Borussia Dortmund-Inter, Chelsea-Ajax maçlarında gözlerim “faltaşı” gibi açıldı, adeta ekrana yapıştım. Şunu kabul edelim; bu takımların oynadığı “futbol”sa, bizim takımlar başka bir şey oynuyorlar. Yok bizim oynadığımız “futbol”sa, demek ki, Avrupa takımları “Uzay Çağı”na geçmişler.
Diyeceksiniz ki “Bizim takımların tamamı da yabancı oyunculardan kurulu... Avrupalısı, Asyalısı, Afrikalısı... Ne ararsanız var.” Bu doğru... O zaman biz yabancıların ya “posa”sını alıyoruz ya da çok kısa sürede adamları kendimize benzetiyoruz.
Bir ihtimal daha var; hocalarımız günümüzün gelişen, değişen antrenman yöntemlerinin, bilimsel gerçeklerinin gerisinde kalıyorlar. Maalesef Türk futbolunda böyle bir gerçek var.
Öyle ya, adamlar bizden daha hızlı, bizden daha çabuk, bizden daha disiplinli... Hadi, kalite daha fazla parayla ilgili... Ama çabuk olmanın, hızlı olmanın, takım disiplinine uymanın parayla ne ilgisi var? Teknik adamların en azından bunu başarması gerekmiyor mu?
“Uzatma, maça geç” diyebilirsiniz. Allah aşkına, Real Madrid’in ilk iki atağında iki gol yediğimiz, ilk çeyrekte 3-0 yenik duruma düştüğümüz maçın kritiği mi olur? Real Madrid’in şans verdiği 19 yaşındaki Rodrygo 5 dakikada iki gol attı, bizim takımda neredeyse 29 yaşında oyuncu bile yok. 30’u geçmiş, “emekli cennetinde” uzatmaları oynayan futbolcularla “annemizin liginde” iş yaparsınız da, Avrupa’ya çıktığınızda cila dökülüyor, fiyaka bozuluyor. Böyle bir maçın kritiği mi olur?
Kimse “Koca Real Madrid, olur böyle şeyler” diye palavra atmasın. Brugge takımı Galatasaray’dan daha mı pahalı, daha mı kaliteli... Daha 15 gün önce Bernebau Stadı’na geldi, 80 bin İspanyol’un önünde sahayı Real Madrid’e dar etti, 2-0 da öne geçti. Real Madrid 2-2 ile canını zor kurtardı. Beğenmediğimiz, dudak büktüğümüz Brugge takımı bunu yapıyor da, biz niye yapamıyoruz?
Bir ülke futbolu bu kadar sevip, futbola bu kadar yatırım yapıp, bu kadar “ızdırap” çeker mi? Maalesef biz çekiyoruz, Türkiye çekiyor. Ama kabul edelim ki, ektiğimizi biçiyoruz, attığımız yanlış adımların faturasını ödüyoruz.
Görürsünüz, “annemizin ligi” başlar, her şeyi unuturuz. “Penaltıyı vermedin. Operasyon var, örgüt var” diye gene birbirimize gireriz, tek kelime futbol konuşup tartışmayız. Kısır bir galibiyetle her şeyi unuturuz. Kazandıysak, ne oynuyoruz, ne yapıyoruz, bakmayız bile... Bu ülkede daha geçen hafta kalesinde tam 10 gol tehlikesi yaşayan takım, maçı kazandı diye haftanın takımı ilan edilmedi mi? Bu ülkede bir galibiyet bütün ayıpları örtüyorsa, oyunun kalitesi hiç öne geçemiyor ve gelişemiyorsa olacağı budur...
TFF’siyle, kulüp BAŞKAN’ları ve YÖNETİCİ’leriyle, takımlarına gelişme sağlayamayan HOCA’larıyla, emekliliği gelmiş uzatmaları oynayan FUTBOLCU’larıyla, daha fazlasını istemeyen, talep etmeyen, sorgulamayan SEYİRCİ’siyle, gerçekleri yazıp söyleyemeyen, sadece eleştirip hakaret eden, ancak alternatif üretmeyen MEDYA’sıyla, Türk futbolunun içinde hepimiz “GÜNAHKÂRLAR ORDUSU”nun mensuplarıyız.
Bu ordu, bu kafayla, bu yapıyla maç kazanamaz. Olsa olsa böyle bozguna uğrar.