Fenerbahçe sezonun iyi başlangıçlarından birini yaptı. Sahanın her yerinde Trabzonsporlu oyunculara basmaya ve kendi yarı alanına hapsetmeye çalıştı. Bunu başardı da... Ama göz açıp kapayıncaya kadar geçti bu görüntü... Ortaya Fenerbahçe ile Trabzonspor arasındaki “derin kalite farkı” çıktı. Fenerbahçe 10 pas yapıp Trabzonspor ceza alanına zor yaklaşırken, Trabzonspor ilk atağında Ekuban’ın 30 metrelik müthiş pasıyla ve büyük golcü Sörloth’un vuruşuyla golü belki beklediğinden de erken buldu.
“Kadersizin işi, muhallebi yerken kırılır dişi” misali, Sörloth’un gol vuruşunda topun Serdar Aziz’e çarpıp yön değiştirmesi ve kaleci Altay’ı çaresiz bırakması Fenerbahçe adına yaşanabilecek en büyük talihsizlikti.
Ama unutulmasın, Fenerbahçe 10 pas yaparak rakip ceza alanına zor gitti, Trabzonspor 30 metrelik mükemmel bir Ekuban pasıyla ilk atağında golünü buldu. Kaliten varsa, karşında da bu kadar uzun pasta rakibi kaçıran bir savunma anlayışı varsa, golü rahat buluyorsun. Kaliten sınırlıysa rakip kaleyi bulmak için akla karayı seçiyorsun...
Trabzonspor’un talihsizliği de erken bir dakikada Nwakaeme’nin sakatlanıp çıkması oldu. Kim oynarsa oynasın, Nwakaeme’nin yeri dolmaz. Hiçbir şey yapmasa, rakipten en az iki-üç oyuncuyu meşgul ediyor, hırpalıyor, yıpratıyor.
Hasan Ali oynayınca Fenerbahçe kenar ortaları hatırladı. Hasan Ali’nin sıfıra inip savunmanın gerisine çıkarttığı top, “Asist nasıl yapılır”ın çarpıcı bir örneğiydi. Allah’ı var, Deniz de bu pasın hakkını mükemmel verdi. Attığı gol ligde olsa, Süper Lig’in en iyi golü olabilirdi.
Trabzonspor büyük rastlantı, ikinci yarının da 7. dakikasında gene Ekuban ve Sörloth ile kusursuz bir pozisyon yakaladı. Attıkları golden çok daha rahat, gole çok daha yakın bir pozisyon... Ama Sörloth hiç alışmadığımız şekilde çok kötü bir vuruş yapmasa, fişi çok erken çekerdi.
Trabzonspor hep ilk maçın ve rövanşta attığı ilk golün avantajı ile usta bir dövüşçü gibi durumu idare etti. Maç bir anlamda Mehmet Ekici’nin uzaktan ve çok sert şutları ile kaleci Uğurcan’ın bu topları karşılamasına döndü. Fenerbahçe baskısını sürdürmesine rağmen her zamanki gibi çok ağır hücum edince, Rodrigues hemen hemen her topu rakiplerine kaptırınca, Gustavo’dan hücuma yeterli katkı gelmeyince, Vedat Muriç de ortalıkta görünmeyince, Fenerbahçe “bal yapmayan arı”ya döndü.
Bakmayın Trabzonspor’un savunmada kaldığına ve durumu idare ettiğine... İkinci yarıda çok önemli iki fırsatı gene Trabzonspor kaçırdı. Önce Sörloth, sonra Ekuban... Ama “Allah’ın hakkı üçtür” misali, ikinci yarının üçüncü pozisyonunda, gene Ekuban-Sörloth işbirliğinde, Sörloth takımını yeniden öne geçirdi. Novak’ın golü de pastanın kreması oldu. Bu Novak gole ne kadar yakın bir savunma oyuncusu... Helal olsun...
Şunu da yazmadan geçmeyelim... Emre her maçta bu kadar öfkelenecekse, yeni sezonda kulübeye hiç inmemeli... Futbolun yöneticisi olarak tribünde kalmalı... Bu hem kendisi, hem Fenerbahçe için daha hayırlı olur.
Gerçeği göreceksin ve bükemediğin bileği öpeceksin... Fenerbahçe maçın tamamında baskılı oynadı, Trabzonspor durumu idare etmesine rağmen Fenerbahçe’yi gene yendi. Aslında bu bir ağır siklet ile orta siklet boksörünün maçı gibiydi. Fenerbahçe saldırdı, aradı, uğraştı... Ama karşısında kapı gibi duran, kaya gibi dikilen Trabzonspor’u sallayamadı bile... Trabzonspor şöyle bir göründü, Fenerbahçe‘yi ringden indirdi. Bu malumun ilanıdır... Bu iki takım arasındaki derin kalite farkıdır. Kaliteyi yakalayamadan, kupaları yakalayamazsın. Trabzonspor bu kadrosuyla finalleri, kupaları gerçekten çok hak ediyor. Bu hakkı teslim edelim.