İtalya-Belçika maçı öncesi İtalyan ulusal marşı çalınırken, İtalya’nın kaptanı ve kalecisi Buffon’un ulusal marşını nasıl içten söylediğini, nasıl haykırarak söylediğini gördünüz mü? Bakmayın bağırmaktan çene kemiklerinin kırılacağına, yüreğinin derinlerinden gelen o milli duygularının yüzüne yansımasıydı aslında o görüntü...
Buffon dediğiniz, kırkına merdiven dayamış, defalarca Avrupa’nın en iyi kalecisi seçilmiş, kaldırmadığı kupa kalmamış, maddi-manevi futboldan alacağını almış, bir anlamda ununu eleyip eleğini duvara asmış bir kaleci... Buna rağmen bir yılgınlığı, bir durgunluğu, bir kanıksamışlığı ve de alışmışlığı yok. İlk günün, ilk maçın heyecanı ile adeta kendinden geçmiş durumda...
İnsan bunu istiyor. Koca bir ülke, koca bir ülkenin insanları bunu arzu ediyor... Adı futbol; yenersin, yenilirsin, doğasında var. Ama hissetmek, yaşamak, iliklerine-kemiklerine kadar bunu hissetmek ve hissettirmek, inanın sahada alacağınız sonuçtan çok daha önemli... Zaten bu duyguyla başladın mı, o duygu maç boyu seni terk etmiyor, seninle oluyor, sana güç veriyor. Ülkeye moral oluyor. Biz ilk maçımızda Ulusal marşımızı omuz omuza söyledik, burada bir sorun yok. Gönül isterdi ki, o inanmışlığı, o hissetmeyi, o yaşamayı ve yaşatmayı, sonuna kadar mücadele etmeyi sahada da gösterelim. Üstelik takım olarak, bireysel olarak buna ihtiyacımız vardı, yapamadık. Coşkuya, duyguya, inanmışlığa çok uzak kaldık. Bir nehir gibi akamadık, hissedemedik, yaşayamadık, durgun oynadık.
Bakıyorum, şampiyonada sahne alan kariyerinin zirvesine çıkmış, şöhrete doymuş, dünyalığını çoktan yapmış futbolcular bile bu kadar duygulu, bu kadar coşkulu, bu kadar hissederek oynarken, açıkçası biz bu özelliklerin, bu erdemlerin çok uzağında kaldık. Kötü oynadık, anlarım. İyi değildik, anlarım. Ama 101.9 km ile şimdiye kadar oynanan maçların en az koşan takımı oluyorsak, bunu anlamam. Bizim Süper Lig ölçülerinin bile gerisinde kalan bu koşu mesafesini kabul edemem.
Sıra İspanya maçında... 2004’ten bu yana tam 13 maçtır Avrupa Şampiyonası maçlarında yenilmedi. Tam 600 dakikadır, Avrupa Şampiyonası maçlarında gol yemedi. Böyle bir rakiple oynuyoruz. Yani kaybetme ihtimalimizin yüksek olduğu bir maça çıkıyoruz.
Kalitemiz yetmeyebilir, gücümüz yetmeyebilir, tecrübemiz yetmeyebilir... Hepsi kabul... Ama rakip kadar koşmazsak, rakip kadar duygulu ve coşkulu oynamazsak, bu ülkenin bir vatandaşı olarak bunu kabul edemem. Hadi kalitemiz, gücümüz, tecrübemiz geride... Peki duygumuzun, coşkumuzun, hırsımızın geride kalması için bir sebep mi var?
Yenilginin mazereti olur, bunun olmaz... Ben dahil, federasyon yöneticileri dahil, bütün ülke böyle düşünüyor.