DiğerObjektifin efendisi: Hüseyin Kırcalı

Objektifin efendisi: Hüseyin Kırcalı

14.10.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:

Dünyanın sayılı foto muhabirleri arasında yer alan, 46 yıl MİLLİYET için görev yapan Hüseyin Kırcalı’nın vefatı, basın ve spor camiasında büyük üzüntü yarattı. Omuz omuza görev yaptığı arkadaşları, duayen foto muhabirinin anılarını anlatarak hayırla yadetti.

Objektifin efendisi: Hüseyin Kırcalı

Objektifin efendisi - ATTİLA GÖKÇE

Haberin Devamı

Hüseyin Kırcalı, “Objektifin Efendisi” idi... Işığa, insana, doğaya ve harekete saygı göasterdiği için, hep saygı gördü. Türkiye’nin ve Avrupa’nın değil sadece, tüm dünyanın ustasıydı o. Milliyet’e göndermeye hazırlandığı kareleri büyük ajanslar, dergiler ve gazeteler satın almak isterdi.

Olimpiyat Oyunları, Dünya Kupası, Avrupa Şampiyonası gibi büyük spor organizasyonlarında en büyük derdimiz, “akreditasyon” du. Bir tür kayıt-kabul belgesi. Onsuz adım atamazdınız. Ve her defasında Türkiye’ye ayrılan kontenjan yetmez, paylaşım için deveyi hendekten atlatırdık.
Bir kişi hariç…
Hüseyin Kırcalı, organizasyon komitelerinin “özel” kontenjanıyla davet edilirdi. Bir tür şeref konuğu…
Türkiye’nin ve Avrupa’nın değil sadece, tüm dünyanın ustasıydı o. Gün boyu izlediğimiz yarışlardan, röportajlarımızdan fark edemediğimiz görüntüleri, o birkaç saniyede yakalar, Milliyet’e göndermeye hazırlandığı kareyi büyük ajanslar, dergiler ve gazeteler satın almak isterdi.
Hüseyin Kırcalı, “Objektifin Efendisi” idi… Işığa, insana, doğaya ve harekete saygı gösterdiği için, hep saygı gördü. Tüm kıtalarda, federasyonların, basın kuruluşlarının ve fotoğraf endüstrisindeki markaların düzenlediği yarışlarda büyük ödüller ve madalyalar kazandı.
İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça, Japonca ve İspanyolca… Elbette Türkçe temelinden hareketle… Hepsi de Hüseyin Kırcalı’nın inanılmaz biçimde karmakarışık ettiği özel bir esperantosuydu. Her dili konuşurdu.
Japonya’ya giderken uçakta apandisit krizi tutmuştu. Tokyo Havaalanı’ndan direkt hastaneye gitti. Son anda yapılan müdahaleyle kurtarıldı. Doktoruyla (adı galiba Haşimoto idi) arkadaş oldu. Biraz sıkıntısı varsa, hemen Haşimoto’yu arar, anlamadığımız çılgın bir dille derdini anlatır, onun anlattığından notlar çıkarır ve rahmetle andığımız Prof.Dr.Kaya Çilingiroğlu’na durumu özetlerdi. Günün birinde Kaya Hoca sinirlendi: ”Ver bakayım şu Haşimoto’nun numarasını” dedi. Adamı aradı. On dakika konuştular, sonra telefonu kapatırken Kaya Hoca patladı: ”Ulan anladık, Japonca tamam... Doktorluğu nasıl öğrendin söyle!” Anladık ki Kırcalı’nın anlattığı her şey doğruymuş.

Haberin Devamı

Objektifin efendisi: Hüseyin Kırcalı


Moskova Olimpiyat Oyunları’nda Latin Amerikalıların masasında kahvaltı ediyordu. Kahraman (Bapçum) Abi salona girince hemen çağırdı: “Bak bu karşımdaki Kolombiya’nın başkanı. Bu da Arjantinli. Konuştum, ikisi de sana AIPS kongresinde oy verecek. Adamlara bir teşekkür et.”
Bapçum masaya oturdu, tanıştılar ve sonunda şöyle dedi: “Bu adamı çözemedim abii… Adamlar doğrudan kongreye girip Hüseyin’in kendilerini ikna ettiğini, bana oy vereceklerini söyledi. Yahu ben üç dil bilen adamım, bu kadar kolay anlaşamam.. E, pes yani Hüseyin!”
Moskova Oyunları’nda en büyük sorunumuz fotoğrafları, filmleri İstanbul’a göndermek.. Kırcalı o işi çözmüş. Her gün saat 07.00’de İstanbul’a bir uçak kalkıyor. O uçakta büyükelçiliğimizin kuryesi var. Kuryemiz, elçimizin talimatıyla Hüseyin’in film ve fotoğraf zarfını çantaya koyuyor. Bizim malzemeler diplomatik belge (!) olarak tıkır tıkır İstanbul’a gidiyor. Farklı gazetelerde çalışıyoruz. Bir sabah 05.00’de uyandırdı beni: ”Kardaş kalk filmleri, fotoğrafları al, elçiliğe gidelim. Senin fotoya (Erol Aydın) kızdım. Bu sabah almıycam onu. Uyanınca korksun. Çatlasın!”
Kırcalı, sporun ve basının sıkı rekabet ortamında hiçbir meslektaşı ile rekabete girmez, soylu bir dayanışma anlayışı sergilerdi. Herkese yardım ederdi. Kendi bildiğince çektiği fotoğraflarla fark yaratırdı.
1982 Dünya Kupası… Madrid’de basın merkezinin kafeteryasındayız. Baktık, Hüseyin domates ve biberle kahvaltı ediyor. Canı çok sıkkın, anlattı:
“-Kardaş Paris’ten telefon ettim Namık (Sevik) Abi’ye. Parasızım. Madrid’de para lazım. O da Almanya bürosuna talimat vermiş. Büro Süleyman Şalom (Madrid muhabiri) adına 5 bin Dolar göndermiş… Adam ne yapsa beğenirsin?”…” Bu para yanlış gelmiş, diyerek geri göndermiş iyi mi!”
Fotoğraf teknolojisini izler, sık sık Japonya’ya gider, makinalardan ve objektiflerden telefoto, transmitter ve dizüstülere kadar en yeni modelleri Türkiye’de ilk kullanan adam olurdu.
Şimdilerde cebimizdeki telefonu çıkarıp fotoğraf çekiyoruz… Ama hiç birimiz foto muhabiri değiliz. Hüseyin Kırcalı foto muhabirlerinin piriydi…
Objektifin Efendisi idi.
Sana rahmet dilerim, değerli dostum, efendim!

Haberin Devamı

Objektifin efendisi: Hüseyin Kırcalı

Haberin Devamı

Urfa’nın Dünya markası - ŞANSAL BÜYÜKA

Haberin Devamı

Milliyet’in Cağaloğlu Nuruosmaniye caddesindeki binası dört büyük sütun üstüne yükselirdi… Milliyet çalışanları, bu dört büyük sütundan biri için “Hüseyin Kırcalı“ derlerdi… Çünkü Kırcalı, Milliyet’in gelişiminde ve sporda rakipsiz kalışında en önde gelen isimlerden biriydi…
Aldığı ne kadar maaş varsa fotoğraf makinesi ve aksamına yatırırdı… Son teknolojiyle donatılmış Nikon fotoğraf makinelerini Türkiye‘ye ilk o getirdi... Dünya para verir, boyu kadar uzun tele - objektifler alırdı…
Gitmediği Dünya Kupası, Avrupa şampiyonaları, olimpiyatlar kalmadı… Türkiye’de gördüğü saygıdan çok daha fazlasını dünya üstündeki meslekdaşlarından gördü…
Tek kelime yabancı dil bilmeden, dünyanın dört bir yanını dolaştı, yaşadı, tatil yaptı… Ama hayatı boyu Urfalı olmakla gurur duydu… Taa 40 yıl önceden “Urfa Urfalılarındır“ diye bir slogan yerleştirmişti… Urfalı yerel yönetimlere çok rica ettim, çok yazdım, “Şehrinizde bir dünya markası yaşıyor, hiç olmazsa adını bir sokağa verin” diye... Oralı bile olmadılar… Neyse duaları tuttu, bu yaşına kadar dünyayı turlayan Kırcalı, son nefesini Urfa’da verdi…
Milliyet’te ilk yurt dışı iş seyahatimi Hüseyin Kırcalı ile yaptım… Ben toy bir muhabir, o dünya markası bir foto muhabiri… Arabayla gittik. Arabalarına çok özenir, çok iyi bakardı… Avusturya’nın Salzburg şehrinde arabayı tepeden tırnağa yeniledi, boya, pasta cila yaptırdı… Artık karayolu ile dönüşe geçtik… Kırcalı arabayı kullanıyor, ben yanında oturuyorum… Sanıyorum Bulgaristan’ın Filipe kentinden geçiyorduk… Şerit değiştirmesi gerekti, ben “çıkk“ diye bağırdım, arkadan “gümm“ diye bir ses… Geleni görmemişim, o güzelim araba, tepeden tırnağa yenilenen araba, öyle ağır bir darbe aldı ki, neredeyse hurdaya çıkıyordu…
Bu kazayla yıkıldık tabii… O günden sonra Kırcalı her görüşünde bana “çıkk“ diye seslenmeye başladı… Hiç unutmadık bunu… Son nefesini verene kadar bana hep “çıkk“ diye bağırdı…
Milliyet’te çok eski yıllar… Gazetelerin Almanya baskıları çok ilgi görüyor ve gazeteler arası müthiş bir rekabet var… Milliyet, Allah uzun ömür versin Nezih Abi’yi (Alkış), rahmetli İsmet Tongo ve Hüseyin Kırcalı ile beni, yerel sayfalar yapmak için Almanya’ya gönderdi… Gittiğimiz yer, Frankfurt’a yakın Kelsterbach diye bir yer... O zaman belki de bir köy… Matbaa orada…
Kırcalı çok iyi yemek yapardı… Yılbaşı geldi, çevrede lokanta yok, yiyecek - içecek yer yok… Kırcalı, “Ben güzel bir hindi alırım, yanına Urfa işi acı bir salata yaparım, kendimize ziyafet çekeriz” dedi…
Kırcalı gitti, alışverişini yaptı, geldi… Hindiyi matbaanın mutfağında ateşe koydu… Bir saat, iki saat, üç saat… Hindi pişmiyor… Hepimiz şaşkınız, Kırcalı perişan… O zaman organikten, gezen tavuktan, hindiden falan haberimiz yok… Meğer Hindi, gezen organik hindiymiş… Aradan saatler geçti, hindi pişmedi… Bir yılbaşı akşamını, Milliyet’in Kelsterbach matbaasında, çiğ hindiye bakarak, salataya kaşık sallayarak, ama aç kalarak geçirdik…
Türkiye çok büyük bir fotoğraf ustasını kaybetti… Dünyayı dolaştı, dışarlarda aylarca kaldı, Urfalılığından yüzde yarım taviz vermedi… Allah kalbine göre verdi, kalpten Urfa’da öldü… Fotoğraf makinesinin denklanşörüne her basışı olaydı… Son fotoğraf karesini kendisi için çekti, hayata veda etti… Işıklar içinde uyusun...

Leica’lar, Pentax’lar, Nikon’lar, Canon’lar öksüz kaldı - TAYFUN BAYINDIR

Hüseyin ağabey de gitti... Kimseyi üzmeden, yük olmadan, sessiz, sedasız aramızdan ayrıldı. Ne var ki, yüzlerce olağanüstü fotoğrafa imza atmış, bir o kadar tarihi ana tanıklık edip, onları tek kare filme sığdıran “BÜYÜK” Kırcalı’ya bu gidiş hiç yakışmadı... Her ölüm erkendir ama Hüseyin ağabeyinki gerçekten çok erken oldu... Hem de en beklenmedik, en yakışmayanından...
İstanbul’un kalabalığından, vefasızlığından, kendi deyişiyle kalleşliğinden bunalmış ve memleketi Urfa’ya dönmüştü. Emekli gazeteciydi, gözden uzaktı ama hiç gönülden ırak değildi. Ben Milliyet Spor Servisi Müdürü olduğumda ilk arayıp kutlayanlardandı. Milliyet ekolünün o tutucu temsilcilerinden Kırcalı’nın övgü dolu sözleri beni çok etkilemişti. Sonraki dönemde yazışır, konuşurduk. Zaman zaman arşivindeki fotoğraflarından yararlanmama onay verirdi. WhatsApp üzerinden mesajlar atardı. En son 15 eylülde yazışmışız ve bana “aman sağlığına dikket et yaşamak çok güzel” demiş... Hep böyle değil midir zaten, başkalarını uyarır kendimiz uymayız... Ah be Hüseyin ağabey.
Büyükkırcalı ile 3 olimpiyatı ve bir kaç dünya şampiyonasını birlikte takip ettik. Rakip gazetelerde çalışıyorduk. O dönemler her Ankaralı spor muhabiri gibi ben de hem yazar hem de fotoğraf çekerdim. Hüseyin ağabey ile aynı ortamlarda buluştuğumuzda, yanında olmaya, onun gibi çekmeye çalışırdım. Ama ne mümkün. Onun denklanşöre bastığını bile duymazdınız. Ertesi gün nasıl bir fotoğraf çektiğini görür ve sadece hayranlık hissederdiniz.
“Nevi şahsına münhasır” tanımlaması tam da Kırcalı’yı anlatır. Ne istemediği bir işe gönderebilirdiniz, ne de arşivinden fotoğraf talep edebilirdiniz. Ama gittiği işten fotoğrafın en iyisinin geleceğini bilirdiniz. Yabancı dil sorunu olmasına karşın, anlaşamadığı kimse yoktu. “Ağam, ağam” diye konuşmaya başlar ve en başta Japonlar olmak üzere herkes ile anlaşırdı. Özellikle olimpiyatlarda yabancı foto muhabirlerinin ona nasıl saygı duyduklarını gözlerimle görmüş, gurur duymuştum.
Büyük usta Hüseyin Kırcalı da gitti... Spor fotoğrafçılığının Fellini’si, Leica’ları, Pentax’ları, Nikon’ları, Canon’ları öksüz bıraktı gitti.

Objektifin efendisi: Hüseyin Kırcalı

Yetenek abidesiydi - ERCAN GÜVEN

Zeka, cesaret ve yeteneğin fotoğraf sanatına adanmış haliydi Kırcalı… Adı pek kullanılmazdı Milliyet Spor Servisi’nde; Kırcalı denirdi. O kadar geniş ufuklu, o kadar teknoloji meraklısı ki, herhangi bir sanayi, ticaret dalına girmiş olsa, bugün “Türkiye en büyük sanayicilerinden birini kaybetti” manşeti atılırdı.
Ve rahmetli Namık Sevik’in baktıkça keyif aldığı bir adamdı. Çünkü o keşfetmişti Hüseyin abiyi. Kırcalı da yaşadığı sürece sadık ve minnet dolu kaldı Sevik’e. Baba-oğul gibiydiler.
Biz spor fotoğrafçısı diyoruz ama onun ünlü 1 Mayıs fotoğrafları, Varto faciası kareleri unutulmayan Milliyet manşetleriydi. Ve daha niceleri.
Bana gelince… Yürekten sevdiğim insanlardan biriydi. İftihar ettiğim bir meslektaşımdı. Azmini örnek almaya çalıştığımdı. Bağımız hiç kopmadı. Bir aile büyüğümü kaybetmenin hüznünü yaşıyorum. Tek tesellim Namık dayımla buluşmuş olmaları.

Kırcalı toprağa verildi

Dünyaca tanınmış foto muhabirleri arasında yer alan, Milliyet Gazetesi’nde uzun yıllar çektiği fotoğraflarla uluslararası ödüllere layık görülen Hüseyin Kırcalı (79) memleketi Şanlıurfa’da son yolculuğuna uğurlandı.

Şanlıurfa’da yalnız yaşadığı Bahçelievler Mahallesi’ndeki evinde kalp krizi geçirerek, hayatını kaybeden Kırcalı için Bediüzaman Mezarlığı’nda cenaze töreni düzenlendi. Hüseyin Kırcalı’nın cenaze törenine Büyükşehir Belediye Başkanı Zeynel Abidin Beyazgül, yakınları ve arkadaşları katıldı.,

Objektifin efendisi: Hüseyin Kırcalı