Didier Drogba herkesçe çok sevilen bir isim. Nasıl Alex de Souza Galatasaraylılar tarafından da sevilip sayıldıysa, Fildişi Sahilli futbolcu da, Fenerbahçelilerin de içinde olduğu geniş bir hayran kitlesine sahip olsa gerek. Ancak bunca hayranı olan bu yıldız ismin farklı yönleri birçok kişi tarafından pek de bilinmiyor. ‘Bu Drogba’nın filmini çekmek lazım!’ şeklinde kulağıma çalınan sesler, aslında onun hali hazırda zaten bir filmi olduğunun bilinmediğini gösteriyor.
Evet, süper golcünün bir filmi var. Ancak bu film sahadaki gollerinden çok, saha dışında attığı gollerin filmi. Sadece kendisini anlatan bir film de değil. Onun gibi olan başka futbolcuları da içine alan ve ‘futbolun asla sadece futbol olmadığı’ gerçeğini yaşanmış örneklerle gözler önüne seren bir film. Üstelik son derece de ünlü bir yapıt. Dünya çapında film festivallerini gezen ve birçok ülkenin televizyonunda da yer bularak geniş bir izleyici kitlesine hitap etme fırsatı yakalamış bir film.
Güney Amerika’nın Cartagena film festivalinde Kolombiyalılar’ın, Al Jazeraa kanalında Arapların, Fransa’nın Arte televizyonunda Fransızların, Brezilya’nın Cultura TV’sinde Sambacıların izleme fırsatı yakaladıkları 2012 yapımı eser ile bizdeki izleyicilerin hala buluşamamış olması, bunca taraftarı olan Drogba’nın hatrına hala Türkiye’deki hiçbir televizyon kanalında gösterilmemiş olması ilginç.
Yönetmenliğini Gilles Rof ve Gilles Perez’in yaptıkları, ünlü eski futbolcu Eric Cantona’nın anlatımını üstlendiği, ‘Les rebelles du Foot’ ismindeki bu yarı belgesel tadındaki yapım, ülkelerindeki olumsuzluklarla ilgili harekete geçen, sosyal vicdanlarının sesiyle bu uygulamalara karşı koyan 5 futbolcunun hikayesini anlatıyor. Her futbolcunun öyküsünü tek tek anlatan film Didier Drogba ile başlarken, sonrasında Şilili Carlos Caszely, Cezayirli Rachid Mekhloufi, Yugoslav Predrag Pasic, ve Brezilyalı futbolcu Socrates’in mücadelelerini ekrana getiriyor. Televizyonda veya seçkin kitabevlerinde bulamadığımız bu filmin nereden temin edilebileceği herhalde tahmin edilebiliyordur.
Didier DrogbaGalatasaray’ın Fildişi Sahilli futbolcusunun hikayesi ülkesinin sokaklarındaki ‘Drogba’ sevgisini gözler önüne sererek başlıyor. Caddeler ve sokaklarda onun ismini taşıyan atkılar ve bayraklarla izleyenlerin dikkatine sunuluyor. Drogba’ya duyulan ilginin futbolculuğunun dışında ülke meselelerine yaklaşımından kaynaklandığı anlatılarak devam ediliyor. Onu diğerlerinden farklı kılan ve bu çabalarının ayyuka çıktığı nokta olan ülkesindeki iç savaş sürecinde yaptıkları kendisiyle ilgili bölümün ana konusunu oluşturuyor.
2005 Ekim ayında Sudan’ı deplasmanda 3-1 mağlup eden Fildişi Sahili Milli Takımı tarihinde ilk kez Dünya Kupası’na katılma hakkı elde ediyor. Al Merreikh Stadı’ndaki zaferin ardından Drogba soyunma odasında mikrofonu eline alıp ülkesinde televizyonlardan yayınlanan maç sonu konuşmasında silahların bırakılması çağrısında bulunuyor ve tüm takıma da bu çağrıyı yineletiyor. 2007 yılının Mart ayında Abidjan’da başkanlık sarayına davet ediliyor ve burada bir konuşma gerçekleştiriyor: “Sayın başkan ben ülkeme barışı getirmek için çalışmak istiyorum. Ve kazandığım ödül ile Bouake’ye gitmek istiyorum.” Bahsettiği ödül ‘2006 Afrikalı yılın futbolcusu’ ödülü. Bouake ise ülkenin kuzeyindeki, isyancıların ana üssü olan kent. Kendisine tahsis edilen resmi uçakla Drogba birkaç gün sonra Bouake’ye iniyor. Havaalanında büyük bir kalabalık tarafından karşılanan oyuncu, üstü açık bir araçla şehir turu atıyor ve kitleye hitap ediyor, “Hepimiz kardeşiz” mesajı veriyor. 3 Haziran’da ise yine bu şehirde isyancıların lideri ile görüşüyor ve Madagaskar ile oynanan maçta forma giyiyor. Filmde babası Albert Drogba ve sokaktaki sıradan vatandaşların da oyuncu ile ilgili görüşlerine yer verilirken, iç savaşta arabuluculuk yapan yıldız futbolcunun ülkesinde neden Mandela’vari bir imajının olduğu da bu görüntüleri izledikten sonra çok daha iyi anlaşılıyor.
Ve diğerleriDrogba’nın ardından filmde sıra Carlos Caszely’ye geliyor. Caszely, Şili’nin gelmiş geçmiş en önemli futbolcularından bir tanesi. 70’li yıllara damgasını vuran kısa boylu forvet, döneminin koşulları göz önünde bulundurulduğunda ise boyundan büyük işlere girişiyor. Seçimle işbaşına gelen Allende’yi destekliyor. Onu darbe ile koltuğundan indiren General Pinochet’ye ise sonuna kadar karşı çıkıyor. Ülkede büyük bir popülaritesi olan golcü futbolcu Şili’de cunta karşıtı hareketin simgesi oluyor.
Sonrasında Cezayirli futbolcu Rachid Mekhloufi’ye geçiliyor. 50’li ve 60’lı yıllarda St Etienne forması giymiş ve ismi bu kulüple özdeşleşmiş forvet oyuncusu. Ama onun asıl özelliği takımının efsanesiyken, Cezayir’in bağımsızlık savaşına destek olmak adına daha önce formasını giydiği Fransız Milli Takımı’nı bırakarak Ulusal Bağımsızlık Cephesi’nin takımı FLN’ye katılması.
Mekhloufi’nin özgürlük mücadelesinden sonra sıra Boşnak Predrag Pasic’te. Saraybosna’da başlayan futbol macerası Stuttgart ve 1860 Münih gibi Alman takımlarında devam ediyor. Yugoslavya’nın yaşadığı savaş ve parçalanma sürecinde futbolu kullanarak insanlara biraz olsun değişik bir ortam yaratmaya çalışıyor. Kurduğu futbol okulunda farklılıkları törpüleyerek, her etnik kökenden binlerce çocuğa kapılarını açıyor ve savaşta yetim kalmışlara da sahip çıkıyor.
Filmde sıra son olarak bir Brezilya efsanesi olan Socrates’e geliyor. Sambacılar’ın Zicolu döneminde milli takımın da en önemli isimlerinden bir tanesi olan bu filozof oyuncu ülkesinde verdiği demokrasi mücadelesi ile tanınıyor. Corinthians’ta oynadığı dönemde ülkedeki cuntaya, eşitsizliklere olan tepkisini arkadaşlarını da yanına alarak gösteriyor. Takımdaki antrenman saatleri, kamp planlarının futbolcular tarafından belirlenmesini sağlarken, sahaya ‘demokrasi’ pankartlarıyla çıkıyor, diktatörlüğe karşı duruyor ve vatandaşları oy vermeye çağırıyorlar. Brezilya eski devlet başkanı Lula’nın da heyecanla Socrates’i ve sergilediği cesaretli tutumu anlattığı bölümün ardından yavaş yavaş film sona eriyor.