02.12.2021 - 21:04 | Son Güncellenme:
Süper Lig’de forma giyen efsane futbolcuların izleyiciye hikayelerini anlattığı, beIN SPORTS ekranlarının sevilen programı “SÜPER HİKAYEM”in bu haftaki konuğu; Galatasaray formasıyla üç sezon boyunca boy gösteren dünyaca ünlü futbolcu Harry Kewell!
Galatasaray’a gelmeden önce 2005’te İstanbul finaline çıktın. O günleri anlatır mısın?
2005’e döndüğümüz zaman hikayenin aslında iki farklı boyutu var. Birincisi bireysel açıdan, ikincisi de takım açısından. Bir Avustralyalı olarak Şampiyonlar Ligi gibi bir mecrada oynamak herhalde ulaşabileceğim en üst seviyelerden biriydi. Liverpool’u düşünüyorum da o kulübün bir parçası olmak ve o özel oyunun bir parçası olmak... O maçta sakatlandım, 90 dakikanın tamamında oynayamadım. O maçı tamamlayamamak benim için hayal kırıklığıydı ama bu bir ekip oyunu ve takımın değeri ön plana çıktı. Liverpool’un başardıkları açısından olağanüstü bir geceydi. 3-0 geri düşüp ikinci yarı da büyük bir geri dönüşe imza atıp maçı penaltılara götürmek… O Liverpool takımının bir parçası olmaktan dolayı mutluydum.
Galatasaray transfer sürecinde neler yaşadın?
İngiltere’de zor dönemlerden geçiyordum. Ülke dışındaki opsiyonlara bakıyorduk. Sonra Galatasaray seçeneği ortaya çıktı. Galatasaray’ın hangi yöne, hangi açıyla gittiğini inceledik ve onlarla temaslarımızda sadece yönetim kurulundan değil, oyunculardan ve taraftarlardan da son derece olumlu izlenimler aldım. Hem kendim hem de ailem için oraya gitmek iyi bir seçenekti. Bunu biliyordum. Oynadığım üç yıllık süreçte çok keyif aldım.
Türkiye’ye gelmeden önce neler düşünüyordun?
Açıkçası bir beklentim yoktu. Buraya işimi yapmak için geliyordum. Profesyonel bir futbolcuydum. Söylediğim gibi, zor bir dönemden geçiyordum ve yolumu bulmaya çalışıyordum. Burada sıcak bir şekilde karşılandım ve futbolum da daha iyiye doğru gitti. Burada oynadığım futboldan aldığım keyfi yüzümdeki gülümsemeden anlayabilirsiniz.
Galatasaray’a golle merhaba demek nasıl bir duyguydu?
İnanılmaz stadyumlarda, olağanüstü taraftarlar karşısında oynadım. Şunu fark ettim; etrafıma baktım ve coşkulu bir atmosfer gördüm. Olağanüstüydü ama tekrar söylüyorum, ben işimi yapmaya gelmiştim. Çalışmaya ve gol atmaya gelmiştim. İlk geldiğimde heyecan içerisindeydim. Hasan Şaş ile oynamaktan büyük keyif aldım çünkü bana her zaman güzel ortalar yaptı. Bana da arka direğe gidip topları kaleye göndermek kalıyordu. İlk golümü hatırlıyorum. Sağ kanattan bir orta kesti ve ben işini iyi yapan herhangi sol açık oyuncusu gibi arka direğe koşumu yaptım ve kolay bir vole ile golü kaydettim.
Galatasaray’a karşı rakipler nasıl mücadele ediyordu?
İnanılmaz bir tutku gördüm. İnanılmaz bir mücadele gördüm. Özellikle de takımlar Galatasaray’a karşı oynamaya geldiğinde… Bir hafta önceki maçlarını izlediğimizde, iyi oynayabilirlerdi fakat bizim karşımıza çıktıklarında hepsi 10 katı performans sergilerlerdi. Bir sonraki hafta da ise yine iyi oynarlardı. Galatasaray oyuncusu olarak sahaya çıktığımda herkese karşı oynadığımızı hissederdim! Zorlu bir dönemdi ve ilk senemde çok şey öğrendim. Ligi beşinci bitirmek hayal kırıklığıydı ama bir önceki sezon şampiyon olmuşlardı. O yüzden beklentileri karşılamak da zordu ama ben yine de çok keyif aldım. Daha fazla deneyim kazanmak ve daha fazla süre almak istiyordum.
Hamburg maçında stoper oynarken neler hissettin?
O Hamburg maçı ilginçti çünkü stoperlerimizden bir tanesi ya sakatlandı ya da cezalıydı. Ben de orta saha oyuncularımızdan birisine “Sen stopere kay, ben de orta sahaya geçeyim” dedim. O da bana şöyle bir baktı ve “Hayır, ben stoper oynamam!” dedi ama ona bu boşluğu doldurmak zorunda olduğumuzu söyledim. Tam hatırlamıyorum ama son 15 dakikada stoper oynamak zorunda kaldım. Sonraki haftada bu kez orta saha oyucumuz ya sakattı ya da cezalıydı. Hatırlıyorum da teknik direktörümüz gelip benden takıma böyle bir iyilikte bulunup bulunmayacağımı sormuştu. Stoperde oynayabilir miydim? Ben de olur dedim. Çok gergindim. Zorlu bir maçtı. Hakan Balta ile yan yana oynadık. Halbuki genellikle sol bek bölgesinde oynardı. Yani ikimiz de defansın ortasında görev almıştık. Hata yaptıklarında sürekli olarak kendi stoperlerimize bağırırdım ama onların pozisyonunda oynadığınızda ve santraforların size doğru geldiklerini gördüğünüzde bu gerçekten ürkütücü bir durum. Çünkü bir hata yapamazsınız. Nitekim hatalar gol yemenizle sonuçlanır. Denediğim için mutluyum ama yine de defans değil, hücum oyuncusu olmayı tercih ederim. Sanırım o zamanki teknik direktörümüz “Bülent Korkmaz”, oyunu bildiğimi ve gerekli olan, ihtiyaç duyulan pozisyonu bildiğimi anlamıştı. Bunu göz önünde bulundurdu ve bu görevi üstelenebileceğimi düşündü. 70 dakika boyunca her şey yolunda gitti. Sanırım 2-0 öne geçtik fakat daha sonra dağıldık. Avrupa’da böyle bir lüksünüz yok. Bütün maç boyunca üzerinize düşeni yapmalısınız.
Hamburglu futbolcular onu stoperde gördüklerinde şaşırdı mı?
Belki bunu gördüklerinde şaşırmışlardır ama hangi pozisyonda oynarsanız oynayın, görevinizi idrak ediyorsunuz. Benim görevim de rakip golcülerin skor yapmasını önlemekti. Topu kazanıp atak oyuncularına pas vermem bekleniyordu ve bunu 70 dakika boyunca başarabildik.
Galatasaray’daki 2. sezonu nasıl geçti?
Frank Rijkaard’ın geldiğini duyduğumda mutluluktan uçuyordum! Olağanüstü bir teknik direktördü. Oyuna bakış açısı farklı bir seviyedeydi. Futbolun nasıl oynanması gerektiğine dair benim bile gözlerimi açtı diyebilirim. Antrenmanlarda taktiksel olarak aktardıkları bizim için gerçekten çok keyifliydi. Ben onun için böyle düşünürken ilginçtir ki o beni kimi zaman 11’de sahaya çıkarır, kimi zaman da kulübeden oyuna sokardı. Ama sanırım beni nasıl doğru bir şekilde kullanacağını biliyordu. Nedense sonradan girdiğim maçlarda sürekli gol atıyordum. Kanıtlamak istediğim bir şeyler vardı. Şanssızlığım ise, sadece o sezonda değil, pek çok sezonda performansımın sakatlıklar nedeniyle sekteye uğramış olmasıydı. Fakat bu da oyunun bir parçası ve bunu kabul etmeli ve yolunuza devam etmelisiniz. Önemli olan kendinizi fit tutmak ve kadroya döndüğünüzde tam performans sergileyebilmek.
Hagi için neler düşünüyor?
Yine kişisel olarak zor bir dönemden geçiyordum. Yine bir sakatlıkla mücadele ediyordum ama kesin olan bir şey var ki Hagi gerçek bir efsane. Sadece bir oyuncu olarak değil, aynı zamanda bir Galatasaraylı olarak. Onun üretebildiklerini ve kulübe kattıklarını görmek her zaman ilginçti. Daha uzun süre fit kalabilmek ve onun için Galatasaray’a daha fazlasını verebilmeyi çok isterdim. Üzerimde sürekli bir uğursuzluk vardı ama Galatasaray’da forma giymekten, çalıştığım teknik direktörlerden ve o takımın bir parçası olmaktan her anlamda büyük keyif aldım.
Türkiye’deki derbi atmosferi hakkına ne düşünüyor?
Fantastik! Buraya gelen dostlarıma bazen “Sırf maçı izlemeyin, taraftarlara da bir göz atın” derdim. Takımı destekleme şekilleri, kulüplerine verdikleri değer, tezahürat etme biçimleri tarifsizdi. Elbette her maç önemlidir ama bir derbinin önemini herkes bilir. Fakat bir derbide asla rehavete kapılmamalısınız. Zihninizin açık olduğundan, en önemlisi de teknik direktörünüzün size verdiği görevi layığı ile yerine getirebileceğinizden emin olmalısınız. Bazen duygularınız ön plana geçer, doğru düşünemez, hatalar yapabilir ve bu durum gol yemekle sonuçlanabilir. Türkiye’deki derbilerle ilgili olarak bence en önemli detay, konsantrasyonunuzun ne kadar yüksek olduğudur. Bununla beraber teknik direktörlerinizin isteklerini yerine getirmenizdir.
Türkiye’de unutamadığı derbi maçı hangisi?
Beşiktaş’a attığım gol çok güzeldi. Büyük keyif aldım. Çünkü golün hazırlanışı inanılmazdı. Altı pastan ileriye doğru çıktık ve Beşiktaş defansının arkasına sızdık. Fakat derbilerdeki özel bir golümü ya da bir anımı seçme konusuna gelince; ben her şeyden önce profesyonel bir futbolcuydum. Sevdiğim sporu yapıyordum. Oynadığım her maçtan keyif aldım ve her maçı son maçımmış gibi oynadım. Hepsi de benim için özeldi. Sadece özel bir maç oynamaktasınız diye diğer maçlar, o maçtan önemsiz değildir. Buna inanmıyorum. Her maçta sahaya çıkmalı ve oymamanız gerektiği gibi oynamalısınız. Sizi 1 kişi de izlese 50 bin kişi de izlese ya da hiç kimse izlemese de tamamen oynamanız gerektiği gibi oynamalısınız. Ben her zaman böyle oynadım. Her zaman bir derbi maçına yaklaştıkça gerilimin arttığını hissedersiniz. Bazen iki hafta öncesinde bile röportajlar duyarsınız. Hem basın hem de insanlar yaklaşan derbiden, sonucun ne olabileceğinden bahseder. Herkesin izleyeceği bir maç. Futbolcularda bile bu gerginliği gözlemleyebilirsiniz. Bazen futbolcular, insanların ne düşüneceğine gereğinden fazla odaklanır. Tekrar tekrar düşünmeye herek yok, derbi derbidir! Önemlidir ama odaklanmak için zihninizi boşaltmanız gerekir. Bunun için ne gerektiğini bilmelisiniz. Çünkü acele ve heyecanlı bir şekilde derbiye giderseniz saçma bir şey yapabilirsiniz. Gittiğiniz her derbide fark etmişsinizdir ki ilk 10 dakika çılgınca geçer. Uçarak kayan futbolcular, tekmeler, çirkin şeyler olur çünkü kimisi oyundan atılır, kimisi büyük hatalar yapar… Bu yüzden böyle maçlara sakin kafayla gitmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Sağlıklı düşünebilmen gerekir. Bir derbiye giderken sinirleriniz sağlam olmalı. O maçın günü gelir, oynaması çok heyecanlıdır ama aklıselim olmanız gerekir. Çünkü aklınız yerindeyse kazanma şansınız artar.
Tribünlerde sana yapılan ‘Daddy Cool’ tezahüratı, nasıl bir duygu?
İnanılmazdı… Bu tezahürat Liverpool’da başladı. Bu şarkının Harry Kewell versiyonunu söylüyorlardı. Daha sonra Galatasaray taraftarları da bu tezahüratı yorumladı. Bazı futbolcular da kıskandı! Çünkü tezahürat yapılırken aynı anda Daddy Cool şarkısı statta çalınıyordu. Sahaya çıkmak ve bu şarkıyı duymak olağanüstü! Gerçekten bu duruma bayılıyorum. Biraz taraflı olabilirim ama futbol dünyasının en güzel şarkılarından biri.
Türkiye kariyerine vedanda neler hissettin?
Daha uzun süre kalmak isterdim ama olmadı. Benim için yola çıkma zamanı gelmişti. Zaten kariyerimin sonlarına geliyordum. Ben de kendi ülkeme bir şeyler vermek niyetindeydim. O yüzden Avustralya’ya dönüp birkaç yıl orada oynamak istedim.
İstanbul’da geçirdiğin günler sana ne ifade ediyor?
Sevgi dolu, güzel… İstanbul’a gelmek güzeldi çünkü ailece İstanbul’u seviyoruz. Arkadaşlarım, tanıdıklarım… Konuştuğum herkes İstanbul’a gelmek istiyor. Bütün kariyerimi İngiltere’de geçirip daha sonra farklı bir kültürde futbol oynayabilmek ve bundan keyif almak müthiş bir deneyimdi. Olağanüstüydü! Müthiş anılarım var. Türkiye’ye gelmek, burada futbol oynamak, tatillerimi geçirmek… Bunu gerçekten sevdim. Bir sürü güzel anım var. Ben de buraya geldiğimde çok güzel vakit geçiriyorum. Futbol hayatımda çok büyük bir yer tutsa da İstanbul’da olağanüstü bir tarih var. Müthiş yemekler var, insanlar şahane. Araba sürüşleri biraz çılgınca ama şikâyet etmiyorum. Burada hep sıcak karşılandım. Galatasaray’a geldiğimden beri ailem hep yanımdaydı ve insanlar buna saygı duydu. Sokağa çıktığımda normal bir şekilde yürüyüp ve insanlarla selamlaşırdım. Kendimi şehrin bir parçası gibi hisseder ve bundan keyif alırdım. Trafiğin tıkanmasını sevmiyorum ama bir şekilde ilerleyebilmeniz gerçekten şaşırtıcı. Trafikteki insanlar çok kibar. Fakat ben yürümeyi daha çok seviyorum. Her yer buram buram tarih kokuyor. Nereye gidersen git, sıcak bir karşılama ile karşılaşıyorsun. İnsanlar sana hep iyi davranıyor. Alışveriş yapmak çok keyifli ama her şeyden önce gezmeyi çok seviyorum. Muazzam bir boğaz manzarası var. Artık düzenli olarak her fırsatta buraya geliyoruz. Ailece misafirperverlikten çok büyük keyif alıyoruz.
Unutamadığın maç var mı?
İnsanlar bana bu soruyu sorduklarında aynı cevabı veriyorum. Bu sporu yaparak büyüdüm ve her zaman keyif aldım. Sahaya her adım attığımda kendimi evimin rahatlığında hissettim. Bu sayede kendimi ifade edebildim. Sahaya çıkıp futbolumdan zevk alabiliyordum. Yüzümde bir gülümseme ile oynuyordum çünkü bu yapmak için doğduğum şeydi. Yani insanlar yüzüne tebessüm getiren maç hangisiydi diye sorduklarına “Her maçım” cevabını veriyorum. İç saha veya deplasman olsun, futbol oynadığım sürece hep keyif aldım.
Kaybettiğin maçlar sonrası neler hissediyorsun?
Bazen kaybettiğiniz bir maçtan sonra üzgün olabilirsin. Bir yarı final veya final maçından sonra hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Ya da bir derbi maçını kaybedebilirsiniz ama futbolla ilgili güzel olan şey her zaman bir oyundan ibaret olması. Bir sonraki maçta bu durumu telafi etme şansınız vardır. Eğer kaybettiğiniz bir maça takılıp kalırsanız bu sizi iyice aşağıya çekebilir ve sonraki maçlara kafanız rahat çıkamazsınız. Mağlubiyet ne kadar canınızı yaksa da bir sonraki maçta telafi etme şansınız vardır. Daha yoğun çalışmalı ve hatanızı telafi etmelisiniz.
Hakemler hakkında ne düşünüyor?
Bence hakemlerin zor bir işi var. Daha seri olmaları gerekiyor, daha hızlı olmaları gerekiyor. Hem de maçın başından sonuna kadar. Artık atletlerle bile yarışabilecek hakemler var. Bir an defans oyuncuları ile savunma yapıyorlar, bir an sonra ise karşı yarı sahada olmaları gerekiyor. Hakemler için sürekli olarak doğru kararı verebilmek çok zor. Elbette herkesin onlara söyleyecek bir şeyleri var, çünkü son kararı onlar veriyor. Şimdi VAR’ı da değerlendirmemiz gerekiyor. Doğal haliyle izlediğinizde bazı kararların hatalı olduğu aklınıza bile gelmeyebilir. Onlara karşı hoşgörülü olmalıyız çünkü zor bir işleri var ve pek çok şey onların doğru karar vermelerine bağlı. VAR özellikle de ofsayt kuralı için faydalı. Kullanımı bu tür kararlar ile sınırlandığı sürece mantık çerçevesinde oluyor. Çünkü çıplak gözle doğruyu görmek çok zor. Bu yüzden de yarımda ihtiyaç var.
Galatasaray’da oynarken, ‘keşke şöyle yapsaydım’ dediğin bir an oldu mu?
Sadece sakatlıklar. Her gün antrenmanda olsun, maçlarda olsun yüksek performans vermeniz gerektiğinde, sürekli olarak vücudunuzun sınırlarını zorladığınızda… Evet, vücudumun bunları daha iyi bir şekilde kaldırabilmesini isterdim. Kendime hep iyi baktım fakat biraz şanssızdım. Ama bir sürü sakatlık geçiren tek oyuncu da ben değilim. Bu tüm futbolcuların başına gelebilir.
Galatasaray’da forma giydiğinde en yakın arkadaşın kimdi?
Milan Baros aklıma geldi ama ben herkesle iyi geçinirdim. Herkesle konuşmak için çaba sarf ederim. Her seferinde farklı insanların karşısına oturmaya dikkat ederim. Farklı insanlarla yemeğe çıkarım. Hiçbir gruba özellikle takılıp kalmadım çünkü bundan hoşlanmam. Her dışarı çıktığımda farklı insanlarla iletişim kurmak hoşuma gider.
Galatasaray’da unutamadığın gol hangisiydi?
Her gol güzeldir ama benim için Bordeaux’ya attığım gol en güzeliydi. O maça ilk 11’de başlamadığım için mutlu değildim ama iyi hazırlanmıştım ve maça sonradan da olsa dahil olmayı bekliyordum. Yaşadığımız bir kaza benim sonradan oyuna girmemi sağladı. Sağ kanattan ilerlerken Lincoln ve Arda ile paslaşmalarımız oldu. Hatırlıyorum da Arda kafasını kaldırdığında orta yapmayı düşünüyordu ama gördü ki topu geriye çıkarmak daha iyi bir tercihti. Benim de şutlarım hep iyi olmuştur. İyi bir şut çıkardım ve kaleciyi hazırlıksız yakaladım. Hatırlayabildiğim kadar tatlı ve şirin bir şuttu. Öyle sert vurmaya çalışmadım. Doğal bir vuruştu, çok şiddetli değildi ama top çok iyi bir yere gitti. Ve bu gol tekrardan silkelenip maçı galibiyetle sonuçlandırmamızı sağladı.
Birlikte oynadığın en yetenekli futbolcu kimdi?
Kariyerim boyunca bazı fenomen oyuncularla oynadım. Leeds’de oynarken olağanüstü yetenekli oyuncular vardı. Lee Bowyer ile David Batty benim en beğendiğim oyunculardan biriydi. Liverpool’da Xavi Alonso vardı, Sami Hyypia vardı, Pepe Reina vardı. Galatasaray’a gelince Arda vardı, Lincoln vardı. Shabani Nonda da çok iyi bir oyuncuydu. Avustralya milli takımından Lucas Neill ve Mark Viduka… Ama gelişimini gördüğüm en iyi oyunculardan biri, sadece kulübü değil, milli takımı için de olağanüstü işler başaran Steven Gerrard’dı. Olağanüstü bir oyuncu ama aynı zamanda sıra dışı bir kaptandı. Fakat en önemlisi, çok iyi bir insandı. Onunla oynayabilmek benim için zevkti.
2019’da taraftarlarla yeniden buluştun. O anlarda neler hissettin?
Sevecenlerdi… İşini gereği takdir edilmek her zaman güzel bir duygudur. Ama hep söylediğim gibi, Galatasaray’ın bir parçası olduğumdan beri orada özel bir şeyler olduğunu hissediyorum. Ne zaman İstanbul’a gelip bir maç izleme fırsatım olsa büyük keyif alıyorum. Taraftarlar ile birbirimize duyduğumuz saygı karşılıklı ve bundan keyif alıyoruz.
Antrenörlük yaşantın hakkında neler düşünüyorsun?
Aslında kendimi şanslı hissediyorum çünkü kariyerimin sonuna geldiğimde lisansımı alma ve bir teknik direktör olma şansına ulaştım. Henüz teknik direktörlük yapıp yapmama konusunda kararsızdım ama lisansımı aldım ve bu işi çok sevdim. Antrenörlüğü çok keyifli buluyorum, oyuncuların gelişimini takip etmek ve katkıda bulunmayı seviyorum. Şimdiden dört kulüpte çalıştım ve çok keyif aldım. Tutku duyduğum bir iş ve bir an önce yeniden başlamak istiyorum. Spor alanında, onlarla konuşarak, onlara öğreterek genç oyunculara katkıda bulunmak ve yeterli seviyeye ulaşmalarını görmek, fikirlerini uygulamaya koymak, bunun getirdiği mükafatlar gerçekten son derece keyifli.
Genç futbolculara bu yolda neler söylemek istersin?
Aslında kariyerinin sonunda değil, kendisini yeni bir kariyerin başında gören birisi olarak şanslı olduğumu söyleyebilirim. Bunun bir parçası olmaktan dolayı heyecanlıyım. Genç futbolculara tavsiyede bulunmaya gelince, ilk olarak futboldan zevk almalılar. Eğer yanlış sebepler için bu işe girerlerse çektikleri zorlukların karşılığını alamayacaklarından korkarım. İlk bilmeleri gereken şey; futbol oynamaktan zevk almaları gerektiğidir ki bu hiç kolay değil. Burada oturup kolay olduğunu, biraz yetenekleri varsa başarabileceklerine söyleyecek halim yok. Kalkıp da onlara yalan söyleyecek değilim. Bu iş çok büyük çaba, fedakarlık ve zaman istiyor. Sizin için olduğu kadar aileniz için de zor çünkü çoğu zaman uzaktasınız. Bunlar işin doğasında var ama biliyorsunuz, dünyadaki en popüler spor bu ve insanlar bunu seviyor. Siz de insanların sevip izlemeye geldiği sporu icra ediyorsunuz. Bu harika bir şey! Her hafta canlı bir performans izlemeye geliyorlar ve siz de bu performansı sergileyen kişisiniz. Bu harika bir şey! Eğer futbolcu değilseniz bunu anlayamazsınız. Gol atmak, taraftarın önünde oynamak… İnanılmaz! Hayatınızın bütün bir kısmını buna adıyorsunuz. Yani şansınızı değerlendirin, sıkı çalışın. Bu sayede başarılı bir futbolu olma şansını elde edebilirsiniz.
Türkiye’deki futbol hakkında neler düşünüyorsun?
Tutku… Türk futbolunda fazlasıyla tutku görüyorsunuz. Sporunuz için duyduğunuz tutku inanılmaz. Buraya geldiğimde şunu gördüm ki, taraftarından futbolcusuna, yöneticisinden başkanına herkes kulübü için canını bile verebilir! Bu da olağanüstü bir şey. Negatif olarak bir şey görmüyorum. Herkes hatalar yapar ama devam etmeli ve andan keyif almalıyız. Doğru olanı yapmayı denemeliyiz.
Süper Lig Kewell için ne ifade ediyor?
Bunları söylemekten gurur duyuyorum. Yeni bir lig deneyimi yaşadım. Yeni bir kültürü keşfettim ve bunu gerçekten sevdim. Daha uzun yıllar kalıp daha fazla maça çıkmak isterdim. İnsanların bana gösterdiği saygı olağanüstüydü. O yüzden biraz daha kalabilmeyi isterdim.^
Harry Kewell’ın Süper 11’i
Yeterince şanslıyım ki bu soru bana daha önce de sorulmuştu. Derinlemesine düşünüp beraber oynadığım futbolculardan bir 11 yapma fırsatım oldu. Doğru hatırlıyorsam kalecim Pepe Reina’ydı.
Sağ bekte Steve Finnan,
Stoperde Jonathan Woodgate ve Daniel Agger,
Sol bekte Ian Harte,
Defansif orta saha olarak David Batty,
Orta sahada Lee Bowyer ile Steven Gerrard…
Sol kanatta Arda Turan, sağ kanatta Abdul Kader Keita,
Forvette ise Mark Viduka