Zaman içinde her şeyin değiştiği gibi taraftarlık da değişti. Sosyal medyanın olmadığı, her maçın yayınlanmadığı dönemlerde taraftarlar tepkilerini göstermek için tesise gider, futbolcunun arabasının önünde bekler ya da sevdiğini belli etmek için bir tepsi baklavayla antrenman basardı. Nostaljiye kapılmayacağım ama bugün size bir soru sormak istiyorum: Taraftar ve futbolcu arasındaki ilişki toksik bir ilişki mi sizce?
Bir gün övgüler sıralayıp ertesi gün küfürler edilen bir ilişki kime iyi gelir, futbolcuya mı taraftara mı?
Yakın zamanda bunun hepimizin gözüne sokulan örneğini Kerem Aktürkoğlu ve Galatasaray taraftarı arasında gördük. Üçüncü ligden Galatasaray’a çok kısa bir sürede yükselen, bir sezonki şampiyonluk kupasına damga vuran, kaptanlık pazu bandını takan, oynadığı dönem içerisinde hiç sakatlanmayan yani özel yaşamına, beslenmesine, uykusuna dikkat eden gerçek bir profesyonel futbolcu, nasıl olur da ıslıklanır, protesto edilir, yetmez sosyal medyada fotoğraflarının altına ağza alınmayacak sözler yazılır. Bunu sadece “Taraftar duygusaldır!” klişesiyle açıklamak mümkün mü?
Veya bir kaç sezon önce Fenerbahçe kalecisi 21 yaşındaki Berke Özer’in Sivas maçında yediği golden sonra ellerini yüzüne götürüp kapattığı anda sizce aklından neler geçiyordu? “Eyvah hata yaptım” mı yoksa “Eyvah şimdi benim hakkımda neler yazacaklar” mı? İkincisi. Zaten hemen ardından bütün sosyal medya hesaplarını kapatmıştı. Çünkü Berke biliyordu ki, kaçan bir şut, yenen bir gol sonrası taraftarlar öyle nefret dolu -bakın öfke değil nefret- şeyler yazabiliyor ki, küfür hafif kalıyor. O futbolcunun ölmesini isteyenden tutun da, sakatlanma bedduası edenine kadar.
MESLEK BIRAKTIRAN BASKI
Selçuk İnan, hem Galatasaray hem de milli takımın en önemli oyuncularından, yıllar sonra futbolu erken bıraktığını “Taraftar baskısını kaldıramadım” diyerek itiraf etti. Düşünsenize, insan öyle bir ana geliyor ki, bardak taşıyor, bu lafları duyacağıma bırakırım deyip, mesleğini bırakıyor.
Mental olarak belki de en güçlü futbolculardan biri olan Volkan Demirel bile, bir milli maçta, göğsünde ay yıldız varken edilen küfürlerle eldivenlerini çıkarmaya karar vermedi mi?
El ele versek sayısız örnek hatırlarız, bitmiyor, bitmeyecek gibi duruyor. Kerem Benfica’da gol attıkça “Eyvah biz ne kaçırmışız” diyen taraftar, akşamına statta Barış Alper’i yuhluyor, sosyal medyada hakaret ediyor. Taraftarlar önce yıldız deyip futbolcuları göğe çıkarıyor, sonra tıpkı Ersin Destanoğlu’nda yaptığı gibi posasını çıkarıp bir kenara atıyor. Belki Semih Kılıçsoy’u ya da başka nice futbolcuyu bekleyen tehlikenin farkında mısınız?
EROZYONA UĞRAYAN DEĞERLER
Bugünün Türkiye’sinin en belirgin özelliği erozyona uğrayan değerler. Futbol hayatın ta kendisi diyoruz ya hani, işte bu sebeple olsa gerek değişen Türkiye’yi en iyi statlarda görüyoruz. Tribüne gelip ne izlediğinden daha çok ne yediğine önem veren zengin bir kesim, kaçan golden sonra alkışlamak yerine küfür edenler, “Bakın buradayım” demek için izlemek yerine video-fotoğraf çekenler… Fatih Terim, Belhanda’yı oyundan aldığı Real Madrid maçı sonrası “Bize böyle seyirciler değil, taraftar lazım” derken UEFA Kupası almış bir teknik direktör olarak, gerçek taraftarla bir takımın nereye kadar yürüyeceğini bilen bir futbol adamı olarak o sözü söylemişti.
Abartılar dünyası içinde yaşadığımız bu yüzyılda, yeni taraftarlar gelişime değil değişime inanıyor. Eskiden bozulan şey tamir edilir, iyice eskimeden yenisiyle değiştirilmezdi. Ama günümüzde cep telefonundan tutun da evde bakılan evcil hayvana kadar her şey hemen yenisiyle değiştiriliyor, sıkılıp sokağa atılıyor.
Futbolcular da bu durumdan nasibini alıyor. Geçmişte futbol taraftarları, bir kulübe bağlılık ve sabır göstermeye daha eğilimliyken, günümüzde anlık başarı taraftarlığı belirliyor. Halbuki yeryüzünde en çok emek isteyen durumlardan biri olmalı taraftarlık.
KÖTÜ GÜNE TAHAMMÜL YOK
“İyi günde, kötü günde…”
“Gücüne güç katmaya geldik, formanda ter olmaya geldik...”
Ama özellikle genç taraftarların kötü güne tahammülü yok. Tribünde futbolcuyla birlikte yorulup formasında ter olmaktansa; futbolcuyu protesto edip, psikolojisini bozup, futbolcuyu terletmeyi tercih ediyorlar. Artan bilet fiyatları tribüne gelen taraftar profilini seyirciye çevirince, “Parasını ödüyorsam, sen de bu kadar para kazanıyorsan oynayacaksın.” mantığı yeşil sahayı sirk bahçesine, futbolcuyu jonglöre çeviriyor.
Bilimum futbol sitesi, uygulaması, anlık oyuncu istatistikleri paylaşıyor. Oyunu sadece rakamlar üzerinden okuyanlar, futbolcunun oyun içindeki rolünü ya da hocasının ondan beklentisini anlamaya çalışmak yerine, “Pas isabeti düşük, isabetli şutu yok” deyip sosyal medya lincine yükleniyor. Çünkü futbol aslında çoğu kişinin umrunda değil. 90 dakika kafasını telefona gömüp göz ucuyla maç seyredenler, skora göre en fanatik taraftar olabiliyor.
KÜFÜRÜ HAK SAYMAK
Gencecik futbolculara sadece daha çok para kazanıyorlar diye küfür edebilceğine inanmak, bunu kendinde hak saymak, hayata karşı kinini, öfkesini, 20’li yaşlarındaki bir gence kusmak taraftara iyi geliyor belli ki. Ama daha bunun iyi geldiği futbolcu görmedim. Önce özgüvenleri kırılıyor, her şut daha da dağlara taşlara gider oluyor. Boş kaleyle karşı karşıya kaldığında atamazsa başına geleceklerin stresi çoğunun zihinsel sağlığını olumsuz etkiliyor. Ama kardeşim dünyalar kazanıyorlar, kendilerine bir psikolog tutsunlar di mi? Tutsunlar tamam, ama duygusal çöküşlerden çıkışlar profesyonel destek de olsa hemen bir haftada çözülmüyor. Güvensizlik, hata yapma korkusu sonunda kopuşu getiriyor. Kerem gibi şanslılar, sağlıklı bir ortam bulduğunda çiçek gibi açıyor. Diğerleri ise solup gidiyor.
Taraftarlık dünyanın en güzel duygularından biri. 90 dakika içinde sayısız duygu değişimi yaşatıyor insana. Taraftarın futbolcuya, hocaya kızmaya da hakkı var elbet, ama bir oyuncuyu eldivenlerini çıkarıp milli formayı bıraktıracak kadar rencide etmeye kimin hakkı var? Aynı oyuncunun nasıl bir insan olduğunu yıllar sonra 6 Şubat depremini yaşadığımız felaket günlerinde gördük. Çabasını, çırpınmasını, gözyaşlarını biz de içimizde hissettik. Sistem değişmeli deyip duruyoruz ya, evet değişmeli. Ama herkes sistemin parçası, herkes sistemin ateşine bir odun atıyor. Önce kapımızın önünü süpürmeye ne dersiniz?