Fenerbahçe Ülker, öylesine bir özgüven ve kararlılıkla çıkmıştı ki sahaya, karşısında ne olursa olsun yıkıp devirecek dev bir kasırga gibiydi...
Enerjisini tribünlerdeki binlerce taraftarından alan sarı - lacivertli basketbolcular, genci, tecrübelisi, yabancısı, yerlisiyle tam bir “takım” olduklarını bir kez kanıtlarken, şampiyonluğu da fazlasıyla hak eden taraf olarak tarihteki yerlerini aldılar.
Aslında, ne şampiyonluğu kucaklayan Fenerbahçe, ne de Türk Telekom adına farklı bir anlayış ve oyun kurgusu yoktu sahada aslında dün... Sarı - lacivertliler, Abdi İpekçi’deki ilk maçta sahaya ne koyduysa, dün sadece biraz daha düşük bir şut yüzdesiyle aynısını yapıp, rakibine maçı kazanacağını daha ilk beş dakikada “iliklerine kadar” hissettirdiler. Olağanüstü bir özgüven, tükenmek bilmeyen kazanma hırsı ile yeteneklerini bütünleştirip, kontrolü asla rakibe bırakmadan sahada istediklerini elde ettiler.
Tanjevic’in doğrusu
Türk Telekom ise, tüm final serisi boyunca neyi beceremediyse, dün de yine onu, yani “savunmayı” beceremedi. El Amin’siz bir başlangıçla bu anlamda “gözünü karartsa da” elindeki kadro ve oyun anlayışı itibarıyla “doğasında olmayan” savunmayı yine arzuladığı ölçüde yapamadı. Hücumda zaman zaman ritm yükseltip, neredeyse tüm bir ikinci yarı alan savunması yaptıysa da, maçı lehine çevirecek ivmeyi işte bu yüzden hiç ama hiç yakalayamadı. Hücum kalitesiyle en azından final serisinde “izlemesi hoş” bir takım imajı çizdi ancak ötesine geçemedi.
Fenerbahçe, şampiyon kapadığı bir sezonun ardından coach değiştirme gibi “riskli” bir yolu tercih etmesine karşın istikrarını korurken, Türk oyuncular ve Solomon, başarının kilit isimleriydiler. Coach Bogdan Tanjevic’in, özellikle son viraja, yani play - off’a girilirken, takımın fizik güç ve performansında sağladığı artış, bizlere 2006 Dünya Şampiyonası’nda büyük çoğunluğu genç oyuncularla Türk Milli Takımı’na kazandırdığı altıncılığını hatırlattı. Onun 12 kişilik “paylaşımcı” oyun anlayışını zaman zaman eleştirsek, bazen “oyun içi istikrarın da gerekli olduğu” tezini savunsak da, uzun maratonda ve Türkiye normlarında “doğrusunu yaptığını” kabul etmeli, Boşnak hocanın hakkını vermeliyiz. İşin doğrusu final serisindeki bu performansıyla bu şampiyonluk, Fenerbahçe’ye çok ama çok yakıştı...