09.10.2021 - 08:35 | Son Güncellenme:
Alman malıysa, “Made in Germany” markasını taşıyorsa, kim olursa olsun, ne olursa olsun “peşin” bir kredisi oluyor. Stefan Kuntz da hem bu markayı taşıması, hem ilk maçı olması nedeniyle “hoşgörülü” bir başlangıç yaptı. Ama ilk maçında su kaynatıp motor yaktı. Aslında kendi sahamızda 3-1’den 3-3’e yakalandığımız Letonya maçı ve 2-0 öne geçip 2-2 berabere kaldığımız Karadağ karşılaşması Türkiye’yi Katar yolundan çoktan çıkartmıştı. Belki Alman markası bizi yarışa yeniden sokar diye düşünmüştük, olmadı.
Bizim adımıza garip bir maçtı... Kötü müydük, eh işte... İyi miydik, eh işte... Baskı yedik mi, ilk yarıda evet... Baskı kurduk mu, ikinci yarıda evet... Ama bütün bunları üstüste koy, böl, parçala, çarp ne yaparsan yap, Türkiye adına bir Kerem golü ve kaçan bir Kerem fırsatı dışında elde kalan, akılda kalan en ufak birşey olmadı. - Kuntz akıllı bir anlayışla, geri dörtlünü önüne iki “keskin bıçak” Berat ile Ozan‘ı koydu. Buna rağmen ilk yarıda rakip, ceza alanımız içinde adeta halay çekip, düğün-bayram yaptı. Kenarlardan ceza alanına çok girdiler, merkezden çok fazla şut atma şansını yakaladılar.
- Hücumda Burak, Cengiz, Kerem‘le başlamak, “tek santrforlu” korkak anlayışı terk etmek, yürekli bir davranıştı. Ama işe yaradı mı derseniz, pek de yaramadı. Bir Kerem golü, kaçan bir Kerem pozisyonu dışında rakibe dişimizi geçiremedik. - Takımın “Top klas” görünen tek adamı Cengiz Ünder’di. Goldeki inadı, top söke söke götürüşü, bizi erken bir üstünlüğe taşıdı. Sonraki dakikalarda çaprazdan gelen Kerem şutu gol olsa, belki işin rengi değişirdi.
- Çok erken bir dakikada öne geçtikten sonra, ilk yarı boyunca bu kadar savunmaya gömülmek, adeta rakibin golüne davetiye çıkartmaktı. Nitekim öyle oldu. İkinci yarıda bu kadar baskılı oynayacak gücümüz varsa, ilk yarıda niye bu kadar kabuğumuza çekildik, hatta çaresiz kaldık. Milli takımın Avrupa’da en bilinen, en değerli oyuncusu Hakan Çalhanoğlu, her milli maçta olduğu gibi bu maçta da “maksimum gücü”nün çok gerisinde kaldı. Hakan‘ın milli formayla bir maçını görebilsek...
- Norveçli Elyounoussi kenarda oynamasına rağmen takımın hücumlarını organize eden adamdı. Göremedik, tutamadık. Görüp tutamadıysak, önlem alamadıysak daha da kötü... - Halen, kendi sahamızda Letonya, Karabağ, Norveç‘e 6 puan kaybetmemize rağmen ikinci olma şansımız matematiksel olarak var. Mantık olarak var mı derseniz, bana göre yok... Haaland , Sörloth gibi iki “kıyamet golcüsünün” olmadığı Norveç karşısında ancak bir gol atıp bir pozisyona giriyorsan, kader maçında bu kadar etkisiz kalıyorsan, ne işimiz var Katar‘da... - Yeni hikayeler dinlemeye hazır olun. Tabi hikaye dinlemekten bıkmadıysanız...
Durum ne kadar iç karartıcı, zor ve sıkıntılı olursa olsun, Kadıköy’de heyecan ve umut vardı. Maçın başında heyecan coşkuya, umut şenliğe dönüştü. Norveç’e karşı altıncı dakikada Cengiz işi bir golle öne geçtik. Mill Takım’ın en formda, en etkili ve en becerikli oyuncusu Cengiz, Hanche Olsen’e baskı yaparak topu kazanıyor… Topla birlikte çok çabuk ilerliyor Nyland’ın koruduğu kaleye… Onun oyununu okuyan Kerem, gerekeni yaparak kale ağzına geliyor, vuruyor ve top ağlara gidiyor. Çok güzel ve şık bir gol bu. Rakipten top sökmek var, teknik var, çabukluk var, zeka var… Bir de uyum var tabii…
Maçın öyküsü güzel başlıyor ama hızla değişiyor… Norveç yediği golden dolayı bozulmuyor, çözülmüyor, dağılmıyor. Aksine daha güçlü hamlelerle oyuna devam ediyor. Önce topu sahipleniyorlar. Sonra oyunu bizim yarı alanımıza taşıyorlar. 10. dakika dolarken iki korner atıyorlar. Sonra taçlarla, faullerle canımızı sıkmaya devam ediyorlar. Savunma direniyor ama kazandığımız topları oyunu kuramadan kaybediyoruz. Olmuyor… Arada topla rakip ceza alanına girdiğimiz de oluyor. Ama şutsuz dönüyoruz oradan. Bir de 32’de Burak’ın ceza alanında kendini bıraktığı pozisyon var. Israrla penaltı istiyor Brych’den… Hakem sakin, VAR’a başvuruyor. Burak ısrarla konuşmayı sürdürüyor. O düşüşten ekmek çıkar mı? Çıkmaz. Oyun devam ediyor.
Coşkuyla başlayan oyun kuşkulu bir tabloya dönüşüyor: Acaba gol yemeden devreyi bitirebilir miyiz…. Yanıt hayır… Adamlar iki kişiyle paslaşarak korner atıyorlar. Hanche kafayla indiriyor ve Thorsveldt arka direkte dokunup golü atıyor… Norveç Sörloth ve Haaland’ı Istanbul’a getiremedi diye neredeyse davul çalıp bayram yapacaktık, değil mi? Sanki onların yerine oynayanlar golü bilmiyormuş gibi… Neyse, bu köpürtülmüş iyi niyeti unutup gerçeklere bakalım. Milli Takım ikinci yarıda daha baskılı, istekli ve ısrarlı bir oyun kurguluyor.
Kuntz herhalde anlatmış, bir golün akışı nasıl değiştireceğini… Ne yazık ki heyecan ve istekle ortaya koyduğumuz baskılı oyun sonuç getirmiyor. Kalabalık Norveç savunmasının arasında şut atamıyoruz. Dahası, Hakan, Burak, Cengiz arasındaki iletişim kopuyor. Kuntz’un sonraki değişikliklerde Ozan’ı, Breat’ı ve Cengiz’i alıp Berkan, Taylan ve Yusuf’la enerji tazelemesi (!) de sonuç vermiyor.
İki görüntü can sıkıcı. Yusuf Yazıcı, kale önüne indireceği topu uzaya gönderiyor. Sonrasında Burak’ın gol pozisyonunda verdiği topla bir kez daha uzay vuruşu. Arada taca giden bir topta Burak’ın rakibine yaptığı gereksiz faul de var. Ne diyeyim, şaşkınlık, öfke ve tükenmişlik mi? Evet! Özetle yolda kaldık dostlar. Daha önce de dediğimiz gibi. Yolun sonu göründü ve biz yolda kaldık. Adamlar oynadı, biz koşa koşa bayıldık. Geçmiş olsun.
Yeni teknik, yeni bir hava ve yeni umutlar derken, stresin zirve yaptığı bir maç seyrettik. Başta Haaland olmak üzere önemli eksikleri olan Norveç, bizden daha fazla hırslı ve daha fazla ayağa pas yaptı. Toplu hücum ve toplu savunma anlamında da iyiydi. Kerem Aktürkoğlu’nun 6. dakikada attığı golden sonra geriye yaslanarak, risk almayı göze alan Norveç karşısında o boşlukları değerlendiremedik. 0-0 iken etkili olan Ozan ve Berat ikilisi sanki 1-0 öne geçtiğimiz anda, sistemin oyuncuları değil gibilerdi. Geriye yaslanmamızın faturasını 41. dakikada kestiler. Thorstvedt’in attığı golden sonra ikinci yarıda daha tempolu bir Türkiye yerine “önce bir puanı tutayım sonra golü kovalarım” diyen bir Türkiye vardı.
46. dakikada Cengiz’in içeriye çıkardığı bizden biri değil yanlışlıkle Norveç’ten biri dokunsa da gol olacak gibiydi. 50. dakikada savunma arkasına yaptığı koşudan sonra topla buluşan Burak Yılmaz’ın yan ağlarda kalan vuruşu da bizleri o an umutlandırdı. 81’de Kerem şutuyla kaleyi yokladı ama millilerimiz buradan da sonuç çıkaramadı. Bu sonuçla grupta artık ikincilik iddiasından başka bir iddiamız kalmadı. Var dersek hayalcilik olur. Eğer ikincilik şansımız varsa bunda da 90+6’da Elyounnasi’nin kafa vuruşunun çok az farkla auta gitmesinin çok büyük payı var. Elbette ikincilik şansımızı mümkün olabildiği kadar kovalamak zorundayız. Elbette tüm şansımızı sonuna kadar zorlamak zorundayız. Bunlar kısa vadede yapmamız gerekenler. Fakat uzun vadede daha kırk fırın ekmek yememiz gerek.
70'den sonra sahadaki Türk Milli Takımı'na bakalım: Gol atamaz, skor üretemez sağ bek, 2 stoper, önlerinde 2 kesici ön stoper (Berkan-Taylan); önlerinde koşuşturan Hakan, sağ önde fiziken tükenmiş Kerem, sol önde Milli Takım'da 2 golü olan Yusuf.. Santrfor Burak dışında gol ümidi verebilecek kimse yok. Sol beki zaten saymıyorum çünkü top şişirmekten başka hiç bir şey yapamıyor. Bu takım değil Norveç'i Türkiye liginde Göztepe'yi-Rize'yi bile yenemez. Çünkü maç kazanmanız için gol atmanız lazım. Onun için de önce BİR OYUNUNUZ olmalı ki o bizde yok, sonra da YETENEKLİ ÜRETKEN oyuncularınız.. Ön liberolarla dolu takımla gol atamazsınız. Başlangıç 11'ini belli ki Hamit Altıntop yaptı. Her takıma mavi boncuk dağıttı. Yabancı kısıtlaması olmasa Trabzon'da Siopis'i kesemeyecek "Hep yana pas" Berat ile Trabzon'a mavi boncuk. "Kalecide Uğurcan'ı tercih ettim ama bak Serdar Aziz'i oynatıyorum" mavi boncuğu Fener'e. Çok yakında yerini Barış Alper'e kaptıracak olan Kerem ile bir mavi boncuk da Galatasaray'a.
E hoca zaten eski Beşiktaşlı, yetmez son 10 dakikada defansif forvet Kenan da sahaya.. Bu kadar eyyam ile kurulan 11'de iki tane formda futbolcumuz vardı. Cengiz ve Merih. Zaten onlar iyi oynadı. Maçta Türkiye adına güzel olan ne varsa Cengiz ile başladı. Allah'ın nimeti ile çok erken dakikada gol bulduk ve öne geçtik. 10. dakikadan itibaren bitene kadar tüm maç boyu oyun üstünlüğü Norveç'teydi. Hamit Altıntop'un mavi boncuklu kadrosu oyuna hükmedemedi. Edemezdi de.. Modern futbolda orta saha merkezi en önemli alan. Berat, bayramdan bayrama rakip alana geçer, yıldan yıla ön tarafa pas atar. Ozan Tufan, topla dripling yapabilir. Yüzde 50 ilerler yüzde 50 kaybeder. Ama pasla çıkartamaz takımını. Sürekli kenarlara yayılmak isteyen ve hızlı çıkmak isteyen bir takımsak o oranda tekniğe sahip 2 sağlam pasör ismi orta ikiliye koymalıydık. Misal biri Yusuf olabilirdi.. Orta merkezden top çıkartamayınca iş kenarlara kaldı. Oyun kurma, pas oyununa katılma işlerinde hiç olmayan Kerem ile Zeki kanatları bir eksiltti zaten.
Ne varsa Cengiz'de vardı; Altıntop'un eyyam kadro kurulumuna değişiklikleri ile tüy diken Kuntz devreye girdi. Cengiz'i ve göbekten rakip ceza alanına girebilecek tek orta saha oyuncumuz olan Ozan'ı aldı kenara. Ondan sonra Erol Bulut'un Fenerbahçe'si gibi bir takım vardı sahada: Caner sen orta yap Burak sen de kafa vur... Dönenleri toplayalım yeniden Caner'e aktaralım, o da yeniden şişirsin.. E sahada Erol Bulut'laşan bir Kuntz olunca olacak da belliydi. Ön alanda sürekli yaldır yaldır koşup bir şeyler yapmak isteyen; çaresizce kendini yere atıp faul bekleyen forvetler ile "Aman gol yemeyelim" diye kale önünde bekleyen savunmacılar.. Orta alanda kocaaaamaaaan bir boşluk. Elyounousi'nin son saniyedeki kafa şutunun gol olmaması Kuntz'un şansıydı. Oyunumuz yoktu, planımız berbattı, değişikliklerimiz ümit kırıcıydı. Maçın 1-1 bitmesi şansımızdı. Şimdi, Norveç kalan üç maçın ikisini kazanır. Son hafta Hollanda'ya gidecekler. Biz kalan 3 maçımızı kazanıp o son maçta Hollanda'nın Norveç'i yenmesini bekleyeceğiz. Hollanda yener mi, yenebilir. Peki biz Letonya ve Karadağ'ı deplasmanda geçebilir miyiz? Orası için sadece Kuntz'un şansı yetmez. Plan ve düzen lazım. Ha bir de 3. sınıf mavi boncuk dağıtma kadrosu yerine işlevsel kadro..
YENİ ÜYE OLANLARA 10 TL HEDİYE Hemen oynamak için buraya tıklayın!