Gelecek sefere kadar. Bu şu demektir. Gelecek dış karşılaşmaları unutup artık içeride didişip, çekişip duracağız. Ve uluslararası terazideki yerimizi hiç ama hiç tartışmayacağız.
İlk Fenerbahçe - Chelsea maçında ilk dakikalarda bir gol yenince bizler eyvah derken oyunu anlatan spikerimiz şaşırıp “bu yabancılar bizden iki üç gömlek üstünler” deyiverdi. Hakikaten Avrupalılar, daha doğrusu yabancılar bizden kaç gömlek üstünler? Var mı böyle bir şey?
Tartışmayı, tenkiti hiç sevmeyiz. Acaba uğraşıp uğraşıp belli bir noktadan sonra hep niye ümitsizliğe düşeriz diye tartışanımız var mı? Nedense çarşaf çarşaf yazılarla yenilsek de övünür, mazeretler ararız. Ümitler hep gelecek bahara kalır. Son maçlarda içimizdeki yabancı oyuncuların fazla koşamadıklarını, çabuk yorulduklarını gözlediniz mi? Neden mi? Çünkü adamlar Türkiye’de dünyada hiçbir yerde göremedikleri itibarı görünce yumuşuyorlar, profesyonelliği unutuyorlar.
Hele hele kondisyonlarına bakın. Ya bizimkilerin kondisyonlarına ne dersiniz? Hiç bunları tartışan oluyor mu? Hiç komplekse kapılmayın. Bize kalırsa terazideki eksiğimiz profesyonelliği ciddiye almamamız. Bize bu ciddiyeti öğretmek isteyecek yabancı teknik direktörü bile harcarız. Yahu bu yabancılar nasıl da böyle koşuyorlar, diye şaşırıp dururuz. Peki bizimkilere “koş kardeşim koş” diyecek biri çıkmaz mı?
Yabancıların anotomik yapısı bizden farklı mı? Hayır. Bu kondisyon denilen şey bir fırın ekmek yemekle olmuyor işte. Ve ne yazık ki başarı ve teknik ancak kondisyonla ortaya çıkıyor. Bunu birileri bize öğretmeli. Gelecekte hep hüsrana düşmemek için.