Fenerbahçe ayarında bir toplumsal fenomenden, Kuzey Kore lideri Kim Jong-Un’un doğum günü gibi “canlı heykellerin emirle coşup emirle sustuğu” şampiyonluk kutlaması bekleyemezdik tabi.
Eşyanın tabiatına aykırıydı.
Dayatmaya direnen, sahiplendiğini sonuna kadar savunan, mücadeleden asla vazgeçmeyen “yarı çılgın” Fenerbahçe’ye, Frederico Fellini filmlerinin “disiplinli kaosu”, “sistemli başıbozukluğu” ve hayal sınırlarını zorlayan “tiplemeler” ile coşmak daha uygundu.
***
Aynen öyle oldu...
Kangal köpeğinden, “paralı köpeklerine” kadar aynen...
En profesyonel en masum çocukla el ele... Duygulanıp ağlayanla nefretten gözleri yaşaran aynı statta...
Her şey vardı ama hiçbir şey gölgeleyemedi büyük kutlamayı. Ne “terbiyesizler”...
Ne kontrolsüzler...
***
Sahi... Genç Fenerbahçeliler denilen gurup, niye “Alex” diye bağırır böyle bir günde Başkan şampiyonluk konuşması yaparken?
Şampiyonluğu kaybetmiş olsalar tamam...
Alex futbolu bırakma aşamasında değil de Avrupa’nın zirvesinde olsa eyvallah.
Geri bir tek şey kalıyor:
“Aziz Yıldırım’ın sinir tellerini kopartmak”.
Koptu da ne oldu?
Kimler nasıl kalkacak bakalım “Terbiyesizler, alçaklar, paralı köpekler” laflarının altından?
***
Peki... Aziz Yıldırım’ın sinir telleri neden “pişmaniye saçakları kadar” dayanıksız ve kopmaya hazırdır?
Onu anlamak, onu “taammüden” zıvanadan çıkartmak için uğraşan ve karşılığında “köpeğin önüne atsan yenilmeyecek” laflara muhatap olanları anlamaktan daha kolay!
Zaten sinirli...
Zaten gergin.
Hapishanenin eşiğinde bekletiliyor aylardır.
Kontrolü (yine) kaçırmıştır...
Lakin Fenerbahçe gibi halkın kulübüne başkan olmuş ve bunu 15 yıldır yapmış bir insana “uygun olan” değildir şampiyonluk törenindeki konuşmasını bölüp tribünün bir bölümüne hakaret etmesi.
***
Dedik ya; tipik bir Fellini filmi...
Yöneten yok gibi... “Bu ne biçimi film” diyorsunuz... Sanki herkes aklına geldiği gibi davranıyor diye düşünüyorsunuz...
Son tahlilde insanı etkileyen bir başyapıt çıkıyor ve karmaşanın da bir düzeni olduğunu görüyorsunuz.
Senaryo falan da gerekmez hani...
Halkın gücü...
Ve Fenerbahçe’nin büyüklüğü yeter “absürt” olanları büyük olayın içinde kaynatmanız, mis gibi kokan taze kahve gibi höpürdetmeniz için.
Dokunmuyorsa afiyet olsun!
“Tribünde yazılan en büyük destan” ve “en büyük ödül”!
Bugüne kadar tribünler her türlü “eğitimden” geçti!.. Kimileri meşale uzmanı oldu, kimileri çakı/kasatura. Yetenekli gençler yeni küfürler icat etti. Atletik yapılılar bozuk parayla futbolcu vurmayı, gözü karalar araç yakmayı öğrendi. Arada hayır işleri için örgütlenmeler de yok değildi.
Lakin böylesi hiç akıl edilmedi:
Uygar tribünler, bilinçli taraftar ve fair play’i yüreklerinde hisseden insanlara ulaşmak amacıyla örgütlenme ve eğitim... Hem de taraftarın kendi özgür iradesiyle. Üstelik Avrupa Birliği onayıyla!
İşte bu onun hikayesi.!
***
Tam 6 ay önce, Ters Köşe böyle bir girişle başlamış, Türkiye “spor şiddetine tribünden gelen ilk ciddi çözümü” okuyup şaşırmıştı.
Başlık: “Tribünde yazılan en büyük destan”dı !
Açıklaması da vardı devamında:
***
Bakmış ki, bu gidişin sonu uçurum; Anadolu Beşiktaş Derneği kafa kafaya vermiş, bir proje icat etmiş.
Önce 10 taraftarı sıkı bir eğitimden geçirecekler, sporda şiddetin tarihçesinden başlayıp “Sporda Şiddetin Toplumsal Sonuçları”na kadar öğretecekler.
Seçilmişleri, “şiddet ve öfke kontrolü uzmanı” yapacaklar.
Bu 10 taraftar, artık eğitmen olacak. Aynı ciddiyet ve aynı disiplin içinde her biri öğrendiklerini 20’şer taraftara aktaracak.
“Saadet zinciri” gibi...
Fakat para için değil, huzur için. Hepimizin huzuru!
***
Zaman geçti... Derneğin niyeti, benim yazdıklarım aynen gerçekleşti...
Eğitilenler eğitmen oldu şimdi.
Yaşamlarının sonuna kadar tribün şiddeti karşısında duracaklar, duracak taraftar eğitecekler ki, onlar da başkalarını eğitsin.
Açıkça yazayım:
“İnsanı hasta eden” cinsinin “sonsuz” olduğunu ve sakınmanın zorluğunu iyi bilirim... “Esnemek” gibi “zararsızı” da vardır ama çok azdır... Bunca yıllık yaşamımda gördüğüm tek “olumlu bulaşıcılık” ise bu vakadır...
Akıl edenler, -kuduz aşısı mucidi- Louis Pasteur’ün futbolumuzdaki karşılığıdır...
Yani, Anadolu Beşiktaşlılar Derneği.
Bir avuç mütevazı, iş güç sahibi, sade ve paye peşinde olmayan Beşiktaşlının kurduğu bu dernek, şu anda Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nin “Fair Play Büyük Ödülü” sahibi.
Bugün ödüllerini alıyorlar.
Yarın, otomatikman “Dünya Fair Play Ödülü” adayı oluyorlar.
***
Bizim meslekte haberi “ilk” vermek gibi haz yoktur. Hele o haber pozitifse, ilaveten keyif ve huzur.
Peki, “Anadolu Beşiktaşlılar Derneği ve Projesi” gibi, haberin öznesi ülkenin - ve büyük olasılıkla Dünya’nın- takdirine mazhar olursa?..
Bu da bize törensiz, alkışsız en büyük onur. Mutluyum vesselam.
Anadolu Beşiktaşlılar Derneği sayesinde...
Trafiktekileri uyarıyorum!
Trafikteki tüm vatandaşlara sesleniyorum!.. Bir yerlerden bulun Galatasaray Basın Sözcüsü sayın Şükrü Ergün’ün fotoğrafını hafızanıza koyun. Arabanıza arkadan çarparsa, sağınızdan geçerken aynanızı kırarsa, çamurluğunuza tampon takarsa, ne olursa olsun “haklıyım” falan diye düşünmeyin, hızla kaçın...
Yoksa kabahat üzerinize kalır.
Kendisi, kendi kabahatini başkasının üzerine bırakmakta bir numaradır.
Nereden mi biliyorum?
Hemen her gün Fenerbahçe’ye ilişkin açıklamalarıyla iki kulüp arasındaki en büyük “polemik yaratıcı” olduğu bilinen sayın Ergün, “Galiba biraz da gerginlik Lutfi Arıboğan’dan dolayı kaynaklanıyor. 3 Temmuz sürecinde federasyonda görev yapıp, şu anda kulüpte aktif olarak görev yapması, bir anlaşma yapılmasına da engel oluyor sanki“ dedi. Dikiz aynasından Ergün’ü gördüğünüzde mümkünse sağa çekin, flaşörleri yakın.