Gençten ufak tefek bir kadın... Elinde vesikalık irisi eprimiş/islenmiş fotoğrafla katıla katıla ağlıyordu.
Tadılacak, dokunulacak kadar somutlaşmış acının nefes aralarında, yer altındaki işyerini geçici mezar yapmış “kocasına, kendine ve doğmamış çocuğuna” yanarak, kahrolarak, kahrederek, bizimle paylaşıyordu büyük trajediyi katmerleyen kişisel dramını.
Belki de “müjdeyi” henüz kocası bilmeden!
“Bir buçuk aylık hamileyim ben”!..
Mikrofonu tutan, “eşinizin adını da söyleyin belki bulunmasına yardımı olur” dediği an, genç kadının suratından geçen saliselik “umut yalazını” kalan ömrümde unutamam.
Göz kırpma kadar kısa süre... Yandı söndü gözleri:
“Niyazi Bayram”.
Cenazesine razıydı.
***
Niyazi Bayram, koyu Fenerbahçeli olsa ne yazar şimdi... Galatasaray’ı tutsa ne.
Ana rahminde yetim kalan bebeği, büyüyüp bir büyük kulübe yönetici bile olabilir de... “Sevgi” karşılıklı değilse hiç işe yaramaz.
Zamanında değilse, kendini tatminden, yasak savmadan öteye gitmez.
İpotekliyse; sınıf, zümre, taraftar, ahbap çavuşluk “ön şartı” varsa, olmaz olsun zaten.
Bir “sıkı taraftar” zamansız ölünce haklı olarak- ağıtlar yakan mesajlar yayınlayan o büyük camialar, büyük taraftarlar, sakın Soma kurbanlarının ve ailelerinin kulüp kimlikleri açıklansın diye gecikmiş olmasınlar!
Gün gelip, “şu bizim kulüptendi” diye bir Soma Şehidi’nin anısına bir şeyler yaparlarsa, iki elim yakalarında olacaktır.
***
Sezar’ın hakkı Sezar’a...
Fenerbahçe’nin 100 kömür şehidi yetiminin öğrenimini üstlenmesi de az buz iş değildir, Beşiktaş’ın bir maç hasılatını bağışlayacağını açıklaması da...
Ama, Soma’daki faciaya “olay yerinde” en ciddi, en sağlam duruş gösteren Galatasaray’dır.
Hani, “ilginç” bir iş yaptığında “Türkiye’yi bilmiyor” diye eleştirilen Galatasaray Başkanı Ünal Aysal var ya; işte o fiziken Soma’da.
Aysal, iki tırı doldurdu, yöneticisi Sarıgül’ü de yanına alıp Soma’nın yolunu tuttu, bizim “ciğerimizi bilenler” düşünüp yutkunurken.
***
Bakarsınız bebek zıbını da vardır tırların içinde, Niyazi Bayram’ın eşine verirler, “birileri bizimle ilgileniyor galiba” duygusu yaratırlar ufak tefek talihsiz kadında.
Göz açıp kapayana kadar bir daha parlasın gözleri, yeter.
Umut, hiç yoktan iyidir. Cimri olmayın; verecek durumdaysanız hiç durmayın sayın “büyükler”.
Pes be kardeşim!..
Eğip bükmeden söyleyeyim hemen:
Galatasaray basın sözcüsü sayın Şükrü Ergün’e bir özür borcum var.
Çünkü, “Fenerbahçe ile Galatasaray arasındaki sorunların temelinde Lutfi Arıboğan’ın 3 Temmuz sürecindeki pozisyonu yatıyor” cümlesini o söylemiş sanmış ve eleştirmiştim.
Oysa, konuk olduğu SKY 360’daki programın sunucusu Emre Can’ın sözleriymiş.
Ergün, tam tersi yanıt vermiş ve “Arıboğan günah keçisi yapılmak isteniyor” demiş.
Peki nasıl düştüm bu ofsayta?
Sadece ben değil, tüm medya düştü. Çünkü, art niyet, maniplasyon, yalan haber alıştığımız ve önlemlerini geliştirdiğimiz bir olaydır ama bu kadar safiyane sersemliğin mümkün olabileceğini hesaplamak zordu.
Sehven mehven!.. SKY 360 kendi programının çözümünü koyuyor internete... Can’ın cümlesini Ergün’ün cevaplarına ekliyor. Tüm Türkiye’ye servis yapıyor.
Tespit Şükrü Ergün’ün ise “Galatasaray’da iç savaş anlamına geliyor”.
Kimsenin“geçmiş” sohbet programını izleyecek hali ve vakti yok. Medya alıp kullanıyor.
Ne bir düzeltme ne bir itiraz. Aynı haber aynı şekilde hâlâ duruyor SKY 360 sitesinde.
Kaynaktan zehirli akıyor haber, bulaşanı zehirliyor.
Sayın Şükrü Ergün beni nezaketle uyardı da programı indirip yeniden seyrettim ve yanıldığımı anladım.
Kusura bakmayın, meslektaşlarımın kurbanıyım.