Biz dedik ki, “olimpiyata hazırız”... “Kralını yaparız”. Fişek gibi gençlik, iki kıtaya köprü şehir, tarih, kültür, medeniyet...
İmkanlarımız da var hani!
Cevap geldi Bounes Aires’ten:
“henüz değil”!
Hangisi doğru peki?..
***
Hakkımız mı yendi, Tokyo daha mı hevesliydi?
Madrid’i geride bırakan İstanbul, yüze yüze kuyruğuna mı geldi.
Rivayet muhtelif... Lakin şimdi belli olacak olimpiyatı ne kadar hak ettiğimiz.
Evet... Şimdi... Kaybettikten sonra.
Nasıl mı; anlatayım:
***
Olimpiyat öyle bir şey ki, para, pul, teknoloji, iklim, coğrafya, siyaset bir yere kadar... Hatta radyasyon bile engel değil.
Hiç söylenmeyen ama “koşulların” birinci sırasında yer alan belirleyici...
“İnsan unsuru”.
İsterseniz Dünya’da eşi benzeri görülmedik yüzme tesisleri projeleri hazırlayın; trampleni altından, kaplaması İznik çinisinden olsun... Yüz sene sonrasının olimpik stadını planlayın, tribünleri boğazı panaromik görsün...
Kaynak bulun, kazmayı vurun, fark etmez...
Dile getirilmese de ilk olarak o ülkedeki yüzücülerin, atletlerin performansı geçer “seçicilerin” zihninden.
İkinci olarak da o ülkede yüzmeye atletizme halkın ilgisi.
Sokaktaki insanın spora (futbol değil spora) sevgisi, saygısı, sporu algılaması.
Yaşamına ne kadar dahil ettiği.
***
İşte buna kestirmeden “olimpiyat ruhu” deniyor.
Yazık ki, bizde pek bulunmuyor!..
Biz olimpiyat ruhunu içimize sindirebilmek için olimpiyat istiyoruz, eloğlu o ruhun mucidi, ruhunu hoşnut etmek, olimpiyatla hasret gidermek için istiyor.
Kazanmayı unuttuk, kaybetmeyi bilsek bari!
Bakın, bu ülkede ulusal yayın yapan bir kanalda, hayatını tamamen spordan kazanmış iki insandan biri - sanki İwo Jima gazisi ABD’li gibi- Japonlara “çekik gözlü” diyor, diğeri olimpiyat seçimlerinde “katakulli” olacağını ima ediyor.
Sayın Bakan “kına stokları tükendiği için” dertli!
Demek ki, bize olimpiyat ruhu taşıyan nesiller gerekiyor asıl.
***
“Dün olimpiyata taliptik, bugün olimpiyat başarılarına talibiz” güzel laf...
Ama yetmez.
Türkiye içinde debelendiği “futbolmania“yı kıramaz, dev gibi nüfusundan olimpik sporlara taraftar, sporcu ve medya yaratamazsa “Olimpiyata sahip olabilir ama ruhuna asla”...
Çare, dün okula başlayan çocuklarda.
O çocuklara ders olarak değil; sanatla, eğlenceyle, sevgiyle harmanlayıp karma aşı gibi olimpiyat ruhu verebiliyor musunuz?
Kokmayın.
Büyüdüklerinde onlara verirler olimpiyatı... Tesis yapmak için para olmasa, onlar elleriyle yaparlar.
Organizasyon düzenledik olmadı... Tesis yaptık olmadı... İthal sporcu getirdik olmadı... Rakipleri kötüledik olmadı.
Bunu deneyin.
“2020’nin suçlusu kim” kim?
Olimpiyatı alamadık, “cadı avı” başladı!.. Her kesim, faturayı karşı görüştekilere kesmekle meşgul şimdi.
“Başbakan ilk defa seçim kaybetti”!..
“İçimizdeki Tokyolular sevindi”.
“Gezi olayları engel oldu”...
“Müslümansın dediler vermediler”.
Sayın Bakan Egemen Bağış daha da ileri gitti, bir de “uluslar arası cephe” açtı:
“İstanbul değil, olimpiyat kaybetti”!
Sayın Bakan Suat Kılıç ise “klasik” davrandı:
“Japon ve İspanyol medyası hiçbir handikaplarını abartmadı”!..
Evet... Neden kaybettiğimizi anlamamız şart... Lakin, bu tespitlerde amaç o değil ki.
Yapamayız birilerini suçlamadan ya; peki kime keseceğiz faturayı?
İlla “suçlu” aranıyorsa, basit bir mantıkla “olimpiyat seçimini kazansaydık kimleri alkışlayacaksak” adres orası.
Romanya’yı yenersek G.Saray Terim’i unutsun!
Dedim ya; “eksik olmasın Fatih Terim”... Milli Takım, gündemin birinci sırasında.
Sadece “kalacak mı, Galatasaray’a mı dönecek” tartışılıyormuş... Olsun.
Sonuçta Milli Takım’la ilgili.
Terim’in “iki cami arasındaki” durumu da olmasa Milli Takım’ın konuşulacak neresi kalmıştı ki?
Merak edenlere şunu da söyleyeyim; bugün Romanya maçını kazanırsak Galatasaray Terim’i hiç beklemesin.
Hele mucize gerçekleşir ve Brezilya’ya gidersek...
Mucizeyi gerçekleştiren adam Türkiye’de kalacak, takım başkasına emanet gidecek öyle mi?
TFF bıraksa vatandaşlar bırakmaz.