Derbiyi kaybeden Fenerbahçe takımı ve teknik direktörü için her türlü eleştiriyi yapabilirsiniz...
Hocayı seçen, transferleri yapanları da beğenmeyebilirsiniz...
Lakin Fenerbahçe’yi yöneten “aklı” tebrik etmelisiniz. Hem de sadece Fenerbahçe parantezinde değil; koskoca bir tebrik...
Türk futbolu adına.
Aslında tebrik de yetmez; teşekkür etmelisiniz!
Neden mi?
Derbiye bir gün kala Galatasaray başkanı sayın Ünal Aysal ne dedi?
“Cüneyt Çakır şaibeli”!..
Geleneksel yönetici davranışına göre Fenerbahçe başkanı veya bir yöneticisi “misliyle” karşılık vermeliydi değil mi?
“Hakem satın almak senin işindir” falan mesela.
Devamı?
“Şikeci”...
“Tokatçı”...
Ne hakem kalmalıydı sağlam, ne hakim, ne federasyon ne medya, ne ortam. Racona göre Fenerbahçe’yi yönetenlerin birinci vazifesiydi gelen taşın daha büyüğünü fırlatmak.
Kimin kafası yarılacak falan diye bakmadan taşı gediğine koyup rakibin minnacık avantaj olasılığına bile fırsat bırakmamak.
Ama yapmadılar.
Ne maçtan önce, ne de kaybedince. Neden sizce?
Açıkları mı var?
Cüneyt Çakır’la “anlaştıkları” belgelenmiş de ortaya çıkmasından mı korktular? Ünal Aysal’dan mı çekiniyorlar?
Güldürmeyin.
Ben diyorum ki, bir tek şey için frene bastılar:
Değeri düşen, tribünü eriyen futbolumuzu sayın Ünal Aysal’dan daha çok düşündükleri için.
Geleceğimizi (şu anda) Galatasaray’ı yöneten akıldan daha çok düşündükleri için. Ki, ne gole, ne transfere, ne yıldıza; şu anda en çok buna ihtiyacımız var.
Fenerbahçe topa girmeyince Ünal Aysal Bey de “giderayak” iyilik etmiş oldu bir bakıma.
Evet, bilmeden, düşünmeden, kötülük etmek isterken iyilik etti!
Kalıbını bastı maçın “gerileceği” iddiasına.
Tarihin en sakin derbisi yaşandı.
Galatasaray’ı mahcup duruma düşürse bile yönetici rezaletini test etti... Fenerbahçe’nin niyetini ortaya çıkardı.
Nedir Fenerbahçe’nin niyeti?
Kısa ve kestirme yoldan; kendilerinin de içinde oldukları ve diğerleriyle birlikte kendilerinin de sintinesine delikler açtıkları futbol gemisini batmaktan korumak!
“O da yapmıştı” demesin kimse...
Dik alasını yapmıştı Fenerbahçe.
Lakin en azından anladı, durdu, sayın Aysal’a uymadı.
Açık söyleyeyim, Galatasaray ile Fenerbahçe arasında oynanan son maç milattır.
En keskin bıçak, kınına girdi. Tahrik edilmesine karşın, “gel gel” yapılmasına karşın, bu sefer kesmedi ve unuttuğumuz umutsuz huzur için ipucu verdi.
Galatasaray’ın olası başkanı Alp Yalman da kendisine en çok yarayacak zamanda “Fenerbahçe düşmanlığını” tedavülden kaldıracak cümle kurmadı mı “O bizim dostumuzdur” sözleriyle?
Buyurun size tarihi fırsat!
Bir yanda futbolun markası ve toparlanması için en garantili seçim kozunu bile oynamaktan gönüllü vazgeçen müstakbel Galatasaray başkanı...
Diğer tarafta ayağının altına serilmiş kan rengi halıya basmak yerine futbolun markası ve toparlanması için hayatta hiç hazmedemediği bir şeyi; sessiz kalmayı tercih eden Fenerbahçe başkanı.
Boş verin tuttuğunuz kulübü takımı...
Boş verin eski defterleri.
O tuttuğunuz kulübün yaşaması, o aşık olduğunuz takımın takım olması için gereken atmosfere kim oksijen katıyorsa, onu takdir edin. Rekabet edebilmek için bile önce yaşaması gerekir aktörlerin.
Ben sayın Aysal’a ne kadar yakıştıramıyorsam “şaibe” laflarını, sayın Yıldırım ve ekibine o kadar yakıştırdım sessiz kalmayı.
Acz olmadığını biliyorum.
Pısmak, tırsmak, topa girmemek de değil.
Bal gibi olgunluk.
Galip sayılır bu yolda mağlup!..
Kâbus ve rüya
Fenerbahçe yönetimi ile Galatasaray yönetim adaylarının ısıttığı futbol yorganı altında hayra yorulması gereken bir rüya gördüm hafta sonunda!..
Anlatayım:
Binlerce, onbinlerceyiz... Ilık rüzgarlı, bahar dallı bir yerdeyiz... Yeni kesilmiş çimenin katıksız doğa kokusu genzimizden biber gazı, meşale dumanı izlerini silmiş...
Alabildiğine mutluluk hissi...
Bağıran coşkudan. Haykıran sevgiden. Ağlayan bile var sevinçten.
Futbolun cenneti olur mu?
Varmış demek!
Galatasaray seçimine kadar Fenerbahçe’nin ezeli rakibine dolaylı veya direkt bir tek “kinayesini” bile duymamışız hiç birimiz...
Pişman olmuş Ünal Aysal da Fenerbahçe yöneticililerinin olgunluğunu takdir etmiş, ardında iyi bir anı bırakmak için kulübün işlerine ve seçim ortamına dönmüş.
Seçim yapılmış, Galatasaray Başkanı belirlenmiş, ilk kutlayan Fenerbahçe Başkanı olmuş.
Biri teklif, öteki cümle bitmeden kabul etmiş... Devre arasında Fenerbahçe ile Galatasaray başkanları bir yemek yemiş yöneticileriyle birlikte.
Tam hatırlayamıyorum ama Beşiktaş ve Trabzonspor başkanları da oradaymış galiba!
Medya olgun karşılamış... Bırakın çomak sokmayı, rahatsız etmemek için paparaziliğe tenezzül ve tevessül etmemiş. Garsonun akıllı telefonla çektiği bir kare, servis edilmiş, iftiharla kullanılmış sayfalarda ekranlarda...
O günü futbol barışı sene-i devriyesi ilan etmiş herkes.
En fanatik taraftar bile “rekabet bitti” anlamında algılamamış buluşmayı.
Rekabetin kıyasıya süreceğini ama sahada kalacağını anlamış.
Hatta Fenerbahçe’nin bir milyon üye projesinin benzerinde... Şampiyonluk, dördüncü yıldız mücadelesinde... Seyirciye en güzel stadı, en konforlu sunmak yarışında... Avrupa’da...
Özetle “olması gereken yerde” başlayıp biteceğini ve anaların çocuklarını helalleşmeden stada göndereceğini, babaların bebeleriyle tribünde oturacağını, sokaklarda forma giymiş gençlerin özgürce dolaşacağını hissetmişler.
Bir tek şeyin tarih olduğunu görmüşler:
Rakibi yerin dibine sokarak puan kazanmak.
Daha doğrusu kazandığını sanmak.
Rüya...
Olmaz ha!
Siz öyle sanın.
Ben ipucunu yakaladım.
Yöneticiler böyle gitmeyeceğini anladı. Giderse; en başta kendilerinin oyun dışı olacağını kavradılar.
Diyelim ki oyun dışı kalmadılar; aç kalacaklar aç...
Çare yok.
Hem kaç yıldır kâbusun koyu karalığında yaşıyoruz, rüya ne ki?
Açık açık söylüyorum.
Bu rüyayı gerçeğe dönüştürecek tek “adım” atanın geçmişine falan bakmadan heykeli dikilir, biz de nöbetçi oluruz güvercin bile lekelemesin diye.
Önemli not: Rüya görüyorsak sebepsiz değil her halde... Rüyamı yaşama geçirecek kalibredeki ve olayın tam göbeğindeki kişileri de yokladım, “gönüllü” olduklarını anladım ama yazmayacağım ki, za-manlamasını kendileri ayarlasınlar, şanı şerefini sonuna kadar tatsınlar. Hakları...