Her şeyi söyleyebilirsiniz ama bir tek şey diyemezsiniz bu Süper Kupa için:
“Fenerbahçe-Galatasaray maçları ne ilk defa oynandı, ne de son olacak”!
Böylesi ilk... Umarım son olur.
Bir resmi maç, “ilk defa” tümüyle ulusal felaketin yaralarına sarmaya adandı...
Ve “bu son olur” bir daha gerek kalmaz inşallah.
Maçın en zor tarafı da, renk aşkını, iddiayı, taraftarlığı, hırsı hatta maçı ikinci plana koyabilmek ve olayın özünü, manasını kavramaktı.
Yapan yaptı.
Beceremeyenler, günün mana ve ehemmiyetini seremoniye çıkan şehit madenci çocuklarının “aynı anda hem hoşnut hem de üzgün olabilen” ifadelerinden de anlayamadılarsa, hiç zahmet etmesinler.
Sahaya su ve maytap atmaya, atanlara çanak tutmaya, azmettirmeye devam etsinler.
Evet, “önce Soma”ydı...
Şayet bu dünyada “önem sırası” diye bir şey varsa; Soma baştaydı ve adı “Taziye Kupası”ydı Manisa’daki olayın.
Dayanışma Kupası...
İnsanlık Kupası.
Ve asıl bu nedenle “süper” apoleti sonuna kadar hakkıydı kupanın.
Oyun oynayarak servet ve şöhretin dibine vuranların, yer kabuğunun dibine yarı aç yarı tok kazma vurup, mesaide yanmış/boğulmuş emekçilere saygı duruşu, öyle sıradan bir vaka değildi.
Özeti; Doğru iş... Doğru yer... Doğru duruş.
Sahanın içinde her şey o kadar doğru gitmiyordu.
Yardımcısı olduğu hocadan hediye paketinde devraldığı, aşırı transfer de yapılmamış takımı, kaldığı yerden devam ettiren İsmail Kartal’ın avantajı maça Fenerbahçe’nin itici gücü olarak yansıdı.
Omurgası kurulu, futbolcuları tanışık Fenerbahçe, maça daha organize, daha kolektif başladı, aynı şekilde sürdürdü.
Yanlış anlaşılmasın; sadece Galatasaray’a oranla!
Prandelli’nin şanssızlığı “alışma devresine” kişisel formsuzluklar eklenmesiydi... İlerde Olcan-Yasin-Burak üçlüsünün işe yaraması için ya çok zaman lazımdı ya da üçlüde değişiklik. Penaltıyı bile atamayan Selçuk’un kötüsü hiç çekilmiyordu, sakin Melo’yu “yok saymak” gerekiyordu. Muslera da onlar gibi olsa, acayip bir sonuç çıkabilirdi maçtan.
İşin açıkçası, kötünün iyisi Fenerbahçe’ydi ama en önemli derbide sergilenen oyun futbolumuzun en üst noktasıysa, “süper” lafı ağır gelirdi bizim lige.
“Doksan dakikada Fenerbahçe 7, Galatasaray 1 defa kaleyi bulabildi” istatistiği maçın özetidir.
İki devrelik uzatmanın özeti ise “oynuyormuş gibi yapıp penaltılara yatmaktı”!
En iyisi yazı-tura atmaktı ama kural kuraldı. zor güç atılan penaltılar jüri gibi davranıp adaleti uyguladı; Fenerbahçe kazandı. Kutlamak lazım.
Final yine saha dışından:
Ne kadar acı değil mi?.. “Tepeden tırnağa Süper Kupa’nın her unsuruna teşekkürler” diye bitiremiyoruz lafı.
Çünkü “negatif” katkısı olanlar da var.
Onlar kendilerini biliyorlar.
Tam başaramadılar... Sahaya bir şeyler atıldı ama Fenerbahçeli ile Galatasaraylı sokaklarda kol kolaydı, yan yanaydı onlara inat.
Ne diyelim...
Bir yandan geçmiş sezonu mücevher gibi ambalajlayıp anılar rafına itinayla yerleştiren, diğer taraftan yeni sezonun vaad ettiği malzemeden ipuçları sergileyen, daha da önemlisi Soma şehitlerinin kabrinde huzur meltemi estiren Türkiye’nin en büyük derbisine bile negatif katkı yapabilenlere helal olsun.