“Meraklısı”ile “üstadı” ters orantılı bizim gibi futbol ülkeleri için bir tek futbolcumuzun bile Avrupa’ya transfer olması “önemli ötesi” iftihar vesilesidir.
Hele gittiği lig güçlü, kulüp elitse...
Hele “bizimki” o takımın vazgeçilemeziyse.
Bir de şampiyonluk...
La Liga’dan sonra Avrupa mı?
Hayali bile beş seneden başlardı Arda’ya kadar.
O zaman.
Yurt dışında top koşturan ve bunu hakkıyla yaparak bizi gururlandıran gelmiş geçmiş tüm futbolcularımız arasında Arda’yı farklı bir yere koymak boynumuzun borcudur.
Bugüne kadar kim varsa sevgi, saygı, minnet, hepsi baki...
Hepsi güzel ama Arda özel!..
***
Genleriyle kazandığı beden ve yüz kaslarının en uygun anda en güzel tepkiyi verme kabiliyeti, yeteneği, şefkatli, sevgi dolu kişiliğinin getirisi “ekstra” sempati, ayrı...
İspanya şampiyonu bir takımın parçası olması da ancak bir yere kadar önemli!
Hasbel kader Real Madrid’e monte edilirsin, yedek medek derken zaten şampiyonluk şansı yüzde elli olan takımın kupasına el değdirirsin. Yine bayılırız keyiften!
Arda’nın macerası öyle değil ki...
O Atletico Madrid’in “Barcelona ve Real Madrid” gibi iki küresel devi devirip şampiyon olmasına 1/11’den fazla katkısı, kupada büyük hakkı olan bir futbolcu.
Harmanda izi, hasatta yüzü, İspanya Kupası’nda adı var.
Futbolda ulusça övünmek için bireysel öyküler arasında Arda’dan daha uygun bir isim hatırlamıyorum ben.
Arda İtalyan olsaydı İtalyanlar da övünürdü.
***
Arda’nın yücelişinden sadece gururlanmak yetmez...
Bazı dersler de almamız lazım!
Arda, İspanya’da beyin ve beden faaliyetlerini hızlandırıcı akapunktur terapisi falan görmedi ki. Burada neyse, orada da o...
Olsa olsa sahaya bakışı, oyunu algılayışı biraz daha gelişmiştir o kadar.
Arda’yı “İyi futbolculuktan” futbol tarihimizin en üst kategorisine taşıyan eylem, bavulunu toplayıp bu ülkeden gitmesidir en başta.
Uçak biletini aldığı gün yırttı.
***
Anlamak için “olmayana ergi” metoduna başvuralım isterseniz!
Farz edelim ki gitmedi...
Arda hâlâ Türkiye’de olsaydı ayakkabısından saçına, nişanlısından arka cebindeki puroya kadar bin türlü magazin sorunuyla uğraşırken bugünkü Arda mı olurdu, yoksa banka reklamında “muhtemel sakatlıktan sonra” gördüğümüz Arda mı?
Sakatlanmasa bile kahırdan biraya başlamış, birkaç magazinci ile “darp” davalarına girip çıkan, kulübü basan taraftarla papaz, agresif yorumcuyla hasım, tribün küfürbazlarına göre zangoçtu çoktan.
Gitti ve zirvedeki futbolcuyu bacağından tutup duvara çarpa çarpa reyting alanları “helal olsun” yorumlarına mahkum etti ya, helal olsun ona.
Darısı Caner’in, Selçuk’un, Gökhan’ın, Oğuzhan’ın ve diğerlerinin başına.
TAZİYE!
“Gençlik” ve “ölüm” insanoğlunun kaçınılmaz devranlarıdır ama birbirine yer ile gök gibi yabancı ve bir o kadar mesafe olmalı aralarında.
Gün olup yan yana gelirse, yer-gök birbirine girmiş oluyor maalesef.
Öyle bir kıyamet ki, benim bu alemde gördüğüm en güçlü insanların başında gelen Ali Şen ağabeyimiz bile dayanamadı buna.
Gürül gürül ağladı.
Çok acı. Sözün bittiği yer... Şen ailesinin acısını paylaşmaktan ve Alp Ali’ye cennet dilemekten başka ne gelir elden.
***
Bir evlat acısı fırtınası daha...
Bir gün arayla kadim dostum, büyük güreşçi, minderdeki en kötü yıllarımızın Dünya ikincisi ve milli takım hocası Salih Bora da oğlunu yitirdi.
Rahmetli Nedim Bora babası gibi milli güreşçiydi.
Bu dev acı karşısında “Küçük Dev Adam” Salih Hocam’a da başsağlığı, sabırlar, evladına rahmetler diliyorum.