Laboral maçı sonrası mutluluğu bir ucundan yakalamıştık... Ama asıl alınması gereken yol daha uzun, daha engebeli, daha meşakkatliydi...
Günlerdir süren heyacan vücut kimyalarını bozmuş, Berlin’de yürekler sabahın ilk saatlerinden itibaren gümbür gümbür atmaya başlamıştı. Zaman zaman hepimizi ter basıyor ancak Fenerbahçe’nin o tüm sene boyunca sunduğu basketbol keyfi ve lezzeti ile Obradovic’in kendine has sistemi, geleneği, en sıkışık anlardaki üretkenliği gözümüzün önüne gelince ümitlenip gevşiyorduk...
Evet rakip çok zorluydu... Umutlar da bir o kadar çoktu. Ancak işler pek de istediğimiz şekilde gelişmedi... Kafa kafaya biten ilk çeyreğin ardından Fenerbahçe gazı kaçmış gazoz gibi oldu... O çelik şaseyi andıran savunmadan eser yoktu... Her CSKA’lı elini, kolunu sallayarak potayı bulunca ilk devre sonunda hiç de beklenmedik bir skor tabelaya asılmıştı...
Ama hepimiz biliyorduk ki 20 sayılık fark, Fenerbahçe’nin ne gücü ne de klası ile örtüşüyordu... Nitekim Mercedes Arena’da uzun yıllar hafızalardan silinmeyecek bir 20 dakika yaşandı.. Karakterini, inancını, yüreğini ortaya koyan sarı-lacivertli ekip 30-14’lük inanılmaz son çeyrek performansı ile rakibini yakalarken, son 25 saniyesine önde girdiği maçın uzatmalara gitmesine engel olamadı. Belki de son saniyede yediği o talihsiz basket şansının döndüğü andı!
Sezonun MVP’si De Colo’yu ne yazık ki durduramayan Fenerbahçe tarihinin ilk finalinde şampiyonluğu burun ucuyla kaçırsa da alkışı sonuna kadar hak etti..
Bize sezon başından bu yana basketbol adına iyi, güzel ve doğru örnekleri sunan, terinin son damlasına kadar savaşan bu takıma sonsuz saygılar ve de teşekkürler....