Bir gün gerekli olur düşüncesiyle Spor Bakanı Suat Kılıç’ın, şiddet yasasıyla ilgili önceki günkü sözlerini not ediyorum:
“Bir daha bu yasa ile ilgili değişiklik söz konusu olmayacaktır. Eğer olursa, kamuoyunda güven zaafı oluşabilir”.
Yasanın ilk çıkarıldığı 2004 yılından bu yana olup biteni yakından takip eden bir gazeteci sıfatıyla, Sayın Bakan’ın çok iddialı konuştuğunu düşünüyorum.
Ve ben de iddia ediyorum, bu yasa en geç iki sene içinde tekrar değiştirilecek.
Neden mi?
En basitinden Türkiye’de futbol siyasete, siyaset futbola mahkum olduğu sürece; can yakan her uygulamadan sonra birileri yasanın işlerine gelmeyen hükümleri için yeni talepler getirecek, siyasi partiler de bunları karşılamak zorunda kalacak.
Deneyimle sabittir, geçmişte bu yasa niçin dört kez meclisin gündemine taşındı?
Neden hepsinde de tüm partiler talep edilen değişiklikler için birlikte el kaldırdı?
O zaman siyasetçilerimiz kamuoyunda güven zafiyeti doğabileceğini hiç düşünemedi mi?
Sandığa yönelik beklentiler ortak olunca, ne önemi var güven zafiyetinin.
Yarın da şike cezaları paraya çevrilir dersiniz, olur biter!
Bakan Suat Kılıç’ın ısrarla altını çizmeye çalıştığı “Teklif hükümet tasarısı değildir” vurgusuna da katılmıyorum.
Üç dönemdir tek başına iktidar olmuş bir partinin karşı çıktığı hiçbir yasa bu meclisten geçemez.
Ak Parti onay vermezse hiçbir yasanın tek satırında değişiklik yapılamaz.
Dolayısıyla muhalefet gibi iktidarın da yapılan ceza indirimlerinde sorumluluğu bulunmadığı düşünülemez.
* * *
Gelelim “Türkiye’de bir daha şike yapılır mı?” sorusunun yanıtına.
Yapılır!
Şikeye 12 yıl ceza öngörülürken yapılıyor da 3 yıla inince mi yapılmayacak?
Kaldı ki hiç utanmadan, sıkılmadan federasyon talimatlarından küme düşürülme cezasının kaldırılmasının istendiği bir ülkede âlâsı yapılır.
Aslına bakarsanız hepimizin yıllardır bildiği, kimi zaman tanıklık ettiği, ama asla kanıtlayamadığı bir olgu şike.
3 Temmuz’da başlayan soruşturmanın nedeni de şike değildi.
Çete takibiyle başlayan, teknik dinlemeler sayesinde genişleyen ve dinamit gibi patlayarak hepimizi sudan çıkmış balığa çeviren olaylar zinciri, o şüpheler olmasa belki hiç bilinmeyecekti.
Yaşadıklarımızı kolay unutan, ders çıkarmak yerine kafamıza koyduklarımızı yapabilmek için formüller üreten ve vazgeçmeyi bilmeyen bir toplumuz.
Bir musibet bin nasihattan iyidir derler ya. Aldanmayın.
Ne zaman emeğe saygı göstermeyi öğrenir, sporda rekabetin daha çok çalışmak, inanmak ve fark yaratmaktan geçtiğini kabul edersek, o zaman şike dahil bugün yasayla önlemeye çalıştığımız pek çok pisliğin bataklığını kurutabiliriz.
Yeter ki hırsımız aklımızın önüne geçmesin.
Geçince neler oluyor görüyoruz!
Irkçılığın ayak sesleri
İki sezon önce bir Galatasaray-Sivasspor maçının ardından yazmış ve tepki almıştık. Top Sivasspor’un İsrailli oyuncusu Balili’nin her ayağına geldiğinde küfür edilmesi bize ırkçılığı çağrıştırdı dediğimizde, aynı küfürlerin benzerini sarı-kırmızılı taraftardan yemiştik.
Geçen haftaki Beşiktaş-Galatasaray derbisinden sonra tartıştığımız konu bunun benzeri.
Önce bir grup Beşiktaş taraftarı ile Eboue arasındaki diyalog gündeme damgasını vurdu, ardından kulüp televizyonundaki yayın sırasında bir magazincinin buram buram ırkçılık kokan sözleri bardağı taşıran damla oldu.
Perşembe günü de FİBA Kadınlar Euro Cup F grubunda Kayseri KASKİ ile İsrail temsilcisi Maccabi Bnot takımları arasındaki maçta da aynı kafa vardı. Filistin bayrakları açarak İsrail takımını protesto eden kalabalık grup, uluslararası temsilcilerin gözü önünde yaka paça salon dışına çıkarıldı.
Sporda alışık olmadığımız, söylemlerimizde hep uzak durduğumuz tehlikenin farkında mıyız, bilmiyorum.
İnsanların dini, etnik kökeni ve tenin rengi ile bugüne dek hiç ilgilenmemiş bir toplum olmakla övünmeyi bir kenara bırakıp, kulağımıza hoş gelmese de “ırkçı” zihniyetin bizim toplumumuzda da yer edinmeye çalıştığını görmeliyiz.
Ne söylemişti UEFA birinci Başkan Vekili Şenes Erzik iki yıl evvel:
“Irkçılık yok deyip, ayrımcılığı ya da istemediğimiz söylemleri bir tarafa bırakmak doğru değil. Lütfen bizde ırkçılık yok demeyelim”.
Trabzonspor saygıyı hak ediyor
Gündem Galatasaray-Fenerbahçe derbi maçının tarihi. Trabzonspor’un kritik Lille sınavı ile aynı güne konan derbinin ertelenmesi öncelikle medyamızın isteği. Öte yandan günlerdir tartışılmasına karşın Futbol Federasyonu’nun tavrında henüz bir değişiklik yok.
Trabzonspor da baskı unsurlarından biri.
Şenol Güneş, Lille maçıyla aynı gün Türkiye’de bir derbi oynanmasını önemsenmemek olarak algılıyor.
Şampiyonlar Ligi maçının tarihi değişmeyeceğine göre derbinin günü ancak iki takımın onayı alınarak belirlenebilir.
Rıza gösterecek olanlar Galatasaray ve Fenerbahçe.
Bir hafta önce Galatasaray cumartesi Gençlerbirliği deplasmanında. Fenerbahçe ise aynı gün Ankaragücü ile oynuyor.
Ortada iki seçenek var. Ya her iki takım da derbiyi çarşamba yerine salı oynamayı kabul edecek veya derbi perşembeye alınacak.
İlki daha akılcı. İki takımın da dinlenme süreleri eşit.
İkincisine Galatasaray’ın onay vermesi zor. Sarı-kırmızılı takımın derbiyi perşembe oynarsa, iki gün sonra Trabzonspor deplasmanı var.
Peki, derbi bir başka hafta oynanamaz mı? Buyrun fikstür. Alın uygun bir tarih bulun.
Kaldı ki bu talihsiz çakışma sadece derbi için geçerli değil. 14 Aralık’ta Beşiktaş-Stoke City ile hayati bir maça çıkarken, aynı gün ve saatte Trabzonspor ertelenen Gençlerbirliği müsabakasını oynayacak.
İyisi mi tartışmaları ve alınganlıkları bir tarafa bırakıp herkes işine baksın.
Trabzonspor taraftarı televizyonun başına geçip istiyorsa önce derbiyi, sonra da Lille maçını izlesin. Derbiyi tercih edenler de tersini yapsın.
Bu ülkede kimsenin Trabzonspor’u ve Şampiyonlar ligini önemsemediğini sanmıyoruz.
Hepimiz gözlemliyoruz, işi fanatizm boyutuna getiren küçük bir azınlığın dışındaki tüm futbolseverler Trabzonspor’un, Avrupa’da geldiği noktayı alkışlıyor ve saygı duyuyor. Hatta, daha fazlasını da yürekten istiyor.