Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım ve Alex’i makamında kabul ettiği gün, Trabzonluların futbol-siyaset ilişkisini sorgulamaya başlaması gerçekten ilginçti.
Erdoğan ile Yıldırım’ın medya mensupları önündeki “Aman Bucaspor maçında bir kaza olmasın” şeklindeki diyaloğu ise konuyu derinleştirmeye yetmişti.
Hele o maçta yaşanan penaltı pozisyonları ve geriden gelen Fenerbahçe’nin kazanması, ister yazılan senaryoya inanmak, ister Karadenizlinin bir anda patlayan öfkesi deyin, hesap sorulacak bir mecra aranmasına yol açmıştı.
Yıllardır Trabzon’a gidip geliriz.
Çarşı pazardaki tespitlerimiz, dışarıdan bakan bir göz olarak daha objektif ve tarafsızdır.
Geçen hafta esnaf, dolmuş şoförü, sigara aldığımız tekel bayi, oteldeki garson, sohbet ettiğimiz dostların tümü, ağız birliği etmişcesine aynı iddiayı seslendirmeye başlamıştı:
“Trabzonspor şampiyon olamazsa, hesabı sandıkta sorulur.”
Yine dışarıdan bakan bir göz olarak, çok kabul edilebilir gelmese de, Trabzonspor’un şampiyonluğunun engellendiğini düşünen insan sayısının fazlalığı, ister istemez akıllara iki dönem önceki yerel seçimi getirmişti.
CHP’li Volkan Canalioğlu’nun Trabzonspor üzerinden gerçekleşen söylemlere tepki verenlerin de oylarını alarak, muhafazakar bir kentte iktidar partisinin adayını geride bırakması, “asla olmaz” denilen şeylerin Trabzon’da olabileceğini göstermişti.
AK Parti’nin ve Trabzon milletvekili adaylarının bizim soluduğumuz ortamın farkında olmaması mümkün değil.
Başbakan’ın ay sonunda yapacağı seçim mitinginde duyguları ile mantığı arasında gidip gelen, lakin Trabzonspor sevgisi ve başkent buluşmasını aklından bir türlü çıkaramayan kitleyi nasıl ikna edeceğini merak ediyorum.
Yıllardır dillerden düşmeyen Akyazı projesiyle mi, yoksa gelecek sezona taşınacak şampiyonluk vaadleriyle mi?..
Tıpkı AK Parti’nin Trabzon’da vitrine çıkacak ağır toplarının, merkezden kaynaklı artçıları hangi yöntemlerle oya çevireceği gibi!
Türkiye’de kanıksanmış bir ilişkidir. Futbol siyaseti, siyaset futbolu pek sever.
Parti liderlerinin Anadolu’daki seçim meydanlarında boyunlarına taktıkları o kentin takımlarına ait kaşkollar, bu ilişkinin en masum ifade şeklidir.
Bir başka gerçek ise, ortak paydalar zarar gördüğünde ikisinin de birbirini tanımayacağıdır.
12 Haziran seçim sonuçlarını dikkatle takip edeceğim.
Trabzon’dakini ise çok daha dikkatle...
Hamit Türkiye’ye gelecektir!
Bir yanda dünyanın en büyük kulüplerinden Real Madrid, öte yanda Hamit Altıntop’a küçük birer servet sunan Süper Lig temsilcilerimiz.
Peki, Bayern Münih ile sözleşmesi sona erip serbest kaldıktan sonra, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın astronomik transfer tekliflerini geri çevirip, rotayı İspanya’ya çeviren Hamit’e bu tercihi yaptıran faktör ne idi?
Real’de yıllık 2 milyon euroya “evet” diyen milli futbolcu, Türkiye’den gelen teklifleri kabul etse, kuşkusuz kazancını iki katına yakın artırabilirdi.
Vergisiz ve her ay hesabına yatacak gıcır gıcır euroları sayarak hem de.
Demek ki Hamit’in önceliği para değildi.
Ya neydi?
Sorunun yanıtı diğer soruda gizli.
Bu düzeyde bir futbolcu, kariyerinde daha iyi yerlere tırmanabilmek için Süper Ligi mi ister, La Liga’yı mı?
Sürekli vitrinde ve yarışın içinde olan bir dünya devini elbette.
Hamit duygusallıktan ve maddiyattan uzak, doğru tercih yaptı.
Real Madrid formasını giymesi garanti olmamasına karşın, büyük denizde boğulma riskini göze aldı.
Bu riski göze alırken onu cesaretlendiren Mesut ve Nuri’nin Bundesliga’dan Real’e gelmeleri de etkili oldu kuşkusuz.
Büyük kulüplerimiz Hamit’i kaçırdık diye dizlerini dövmesin.
Hamit er geç Türkiye’ye gelecektir.
İspanya’daki misyonunu tamamladıktan sonra koşa koşa gelecektir!
Hamit’in medyamızı aylardır meşgul eden transfer hikayesinde bir başka gerçeği de gördük.
Marka değeri Avrupa’nın zirvesini zorlasa da, Süper Lig’in kalbur üstü kulüpleri Hamit, Mesut ve Nuri gibi, para yerine kariyerini düşünen yıldızları kucaklamaya henüz hazır değil.
Hamit ile diğerleri Türkiye’ye geleceklerdir.
Önce tatil, sonra emeklilik hesaplarını yapmak için mutlaka geleceklerdir!