Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Kitabına bakarak konuşursak, Bakan Suat Kılıç haklı. Lakin teori ile pratik farklı.
Gençlik ve Spor Devlet Bakanı Suat Kılıç, Cumhuriyet Halk Partisi'nin şike olaylarıyla ilgili verdiği soru önergesini yanıtlarken, federasyonun özerkliğine vurgu yapıp o klasik cümlenin altını çizmiş;
"Futbol Federasyonu özel hukuk hükümlerine tabi, tüzel kişiliğe sahip özerk bir kurumdur. TFF kararları üzerinde siyasi iradenin hiçbir şekilde tasarrufu söz konusu değildir."
Sayın Bakan sporla yeni haşır neşir olmaya başladığı için geçmişle pek ilgilenmemiş olabilir.
Özerk olduğu iddia edilen bu federasyonun hangi süreçlerden nasıl geçtiğini, siyasi otoritenin aba altından sopa göstererek kimleri federasyon başkanlığına getirdiğini, istemediği isimleri nasıl saf dışı bıraktığını Sayın Kılıç anımsayamayabilir.
Hiç uzağa gitmeden ve hafızaları fazla zorlamadan birkaç örnek verelim.
Üniversite mezunu olmayanlara kapatılan federasyon başkanlığı yolunun, ancak Anayasa Mahkemesi kararı ile açıldığı tek ülke Türkiye'dir.
İktidara rağmen, iktidarın desteklediği adaya karşı seçim kazananlara ağır bedeller ödettirilen ülke Türkiye'dir.
Futbol genel kurulu öncesi dört büyük kulüp başkanını bir odaya çekip "Sakın ha falancaya oy vermeyeceksiniz" diye konuşan bir Devlet Bakanı'nın seçime doğrudan müdahale ettiği ülke de hakeza.
İstenmeyen adam ilan edilen federasyon başkanına karşı Başbakan'a yakınlığı ile bilinen işadamının aday olarak ortaya çıkarıldığı ve atamasının yapıldığı ülke, yine Türkiye'dir.
Adına seçimli denen, ancak son dönemlerde tümü (dördünde de iktidarın onay verdiği isimlerdir) tek adayla gerçekleştirilen genel kurullarına şahit olduğumuz ülke de burasıdır.
Yönetim kurullarına işadamlarının dikte ettirildiği (Ak Parti döneminden önce de böyle idi) tek ülke Türkiye'dir.
Genel kurul öncesi Başbakan'ın bir Federasyon Başkanı için "Gözümden düştü, sakın aday olmasın" dediği ve talimat gibi algılanan bu sözlerin gereğinin yerine getirildiği ülke Türkiye'dir.
Biz yaklaşık 26 senedir farklı iktidarların izlediği benzer politikaları görmeye alıştık.
Türkiye'de "özerklik" sözcüğünün kağıt üzerinde kaldığını biliyoruz.
Dün de öyle idi, yarın da öyle olacak. Tıpkı şike soruşturması ile siyaseti ayrı tutamayacağımız gibi.
Bu nedenle Spor Bakanı Suat Kılıç futbolla ilgili yeni söylemler üretebilirse, kamuoyunun daha çok ilgisini çekebilir.
Örneğin, hâlâ futbolun özerk olduğunun sanıldığı bu coğrafyada "Siyaset ve futbol ayrılmaz ikilidir. Futbol siyasi idarenin sözü dışına çıkamaz. Biz ne dersek o olur" cümlelerini kurabilse, inanın ayakta alkışlanır!
Neden mi?
İlk kez bir bakan doğruları söylediği için elbette!

Futbolu bekleyen tehlike
Şike ve teşvik soruşturması nedeniyle bu sezon olağanüstü bir durum yaşıyoruz.
Normal lig 8 Nisan'da sona erecek.
Play-off grupları ise Mayıs'tan önce tamamlanacak.
Sıkışıklığın gerekçesi, A milli takımın 2012 Avrupa Şampiyonası’na katılma olasılığı.
Eğri oturup doğru konuşalım, başka türlü bir planlama mümkün değil.
Ya finallere gidemezsek? 15 Kasım'da Hırvatlardan vizeyi alamazsak? İşte o zaman vay halimize!
4 ay dükkan kapalı. Türk futbolu tatile.
Düşünün Avrupa şampiyonası’nda yokuz.
Lig Nisan sonunda bitmiş.
Futbol Federasyonu "yaz sıcağında maç oynatmam" demiş ve yine Eylül başını işaret etmiş.
Bomboş geçecek Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos ayları.
Play-off'lara kalamayan son sekiz takım içinse 8 Nisan itibarıyla 5 aylık ara.
Nasıl bir transfer politikası, antrenman programı ve hazırlık dönemi geçireceksiniz?
Hem federasyon, hem yayıncı kuruluş, hem taraftar açısından tam bir muamma.
Aslına bakarsanız kolayı var.
Ülkemizde futbol, deneme yanılma yöntemiyle idare ediliyor.
Tutmadı mı? Üç günde bir talimat yenilenir.
Beğenmedin mi? Ayda bir karar değiştirilir.
Tepki mi var? Öyle olmadı, böyle olacak denir.
Yarın da "Vazgeçtik, ligleri Ağustos'ta başlatacağız" deyip sorunu kökünden çözersiniz.
Hele şike soruşturmasındaki gizlilik kararı kalksın. Daha neler görecek, neler yaşayacağız bilseniz?..
Bir bakmışsınız, tartıştığımız ligin oynanması bile anlamsızlaşmış!

Burak'ı sağlama aldınız mı?
Trabzonspor yöneticilerinin bugün Burak Yılmaz ve Onur Kıvrak için sarf ettiği sözlerin benzerlerini geçen yıl Selçuk ve Egemen ile ilgili transfer söylentileri gündeme geldiğinde de işitmiştik.
"Selçuk evladımız bir yere gitmez."
"Egemen ile yeni sözleşme konusunda sorun yaşanacağını sanmıyoruz, imzayı atar biter."
Sonuçta ne oldu?
Teknik Direktör Şenol Güneş'in tüm ısrarlarına karşın önlem alınmayan iki yıldız çekip gitti.
Şimdilerde Burak Yılmaz Trabzonspor ve Türk futbolunun parlayan yıldızı.
Emeklilik planları yapan Milli Takım Teknik Direktörü Guus Hiddink de bu cevherin farkında ki, "Onun gelişimine katkı sağlamak için peşinden koşacağım" diyor. Artık ne anlarsanız!
Onur Kıvrak geçirdiği şanssız sakatlık sonrası yeniden kadroda. Son dönemlerde yetişen en yetenekli kalecilerden biri. Fakat kulübede sıra beklemekten mutlu değil.
Burak'ın sözleşmesi 2015'e kadar uzatıldı. Onur'un 2013'de bitecek. Bordo-mavili yönetim şimdilik rahat görünüyor. En azından söylemlerinden öyle anlaşılıyor.
Ancak Burak'ın sözleşmesinde var olduğu rivayet edilen "5 milyon euro'yu getiren alır" şartı, bu rahatlığı kâbusa çevirebilir.
Genç golcünün futbol yaşamında koyduğu hedeflerin Trabzonspor ile sınırlı olmadığı aşikâr.
Dolayısıyla, bu kapasitede bir oyuncunun parayla hazıra konmayı adet edinmiş kulüpler tarafından rahat bırakılmayacağı da ortada.
Onur Kıvrak henüz 23 yaşında. Kendini geliştireceğini de hesaplarsak, asgari on yıl daha görev yapabilir. Ama Trabzonspor'da ama başka bir takımda.
Büyük kulüp olmak, yakın geçmişteki yanlışlardan ders alarak tedbirli davranmayı gerektirir.
Trabzonspor Başkanı ve yönetimi yarın dizini dövmek istemiyorsa, profesyonel bir futbolcunun önce kendi geleceğini, sonra takımını düşüneceği gerçeğini göz ardı etmemelidir.
Futbolda duygusallık hem cebi, hem yüreği yakar. Örnek; Selçuk ve Egemen!..