Beş sezon önce Denizli deplasmanında kaçan şampiyonluk ağır bir travmaya yol açmıştı Fenerbahçe camiasında.
Ardından Trabzonspor maçı ve trajik final.
Üçüncüsüne tahammülü yoktu Aziz Yıldırım’ın. Yoktu da, Trabzonspor’un dokuz puan gerisinden gelip ipi göğüslemek neredeyse mucizelere bağlıydı.
Bavulunu hazırlayan Aykut Kocaman ilk yarının son maçında Sivasspor’u yenmese, gitmişti. Alex ipleri koparma noktasına gelmiş, takım kupadan elenmiş, futbolcular arasındaki huzursuzluk had safhaya ulaşmıştı.
Bu noktada devreye giren başkan Yıldırım, “puzzle”ın dağılan parçalarını bir araya getirmeye başlamış, her denediğinde hastayı canlandıran “Azizsilin” hapını cebinden çıkarmıştı.
Lakin bu kez hastanın ayağa kalkıp koşmaya başlaması da yeterli değildi.
Aradaki uçurumun kapanması, lider konumundaki Trabzonspor’un yitireceği puanlara bağlıydı.
Sonrası malum!
17 haftalık maratonda 16 maç kazanan Fenerbahçe, her dakikası büyük gerilim içinde sezonu burun farkıyla önde bitirmeyi başarmıştı.
Yıldırım gururlu, Kocaman mutlu, futbolcular haklı sevinç içindeydi.
Fenerbahçe’nin mucizevi başarısını çekemeyenler, ürettikleri senaryoların altında ezilip kalmışlardı!
* * *
Fenerbahçe, futbolumuzun en büyük ve en saygın camialarından biriydi. Başkanı, yönetimi, futbolcusu, teknik adamı ve taraftarıyla bunu bir kez daha kanıtlamıştı.
Devletin her kademesinde istediği kapıyı kolaylıkla açan Aziz Yıldırım’ın kamuoyunda yarattığı imaj ise, onun dokunulmaz olduğu yönündeydi. Öyle ya, sezonun en kritik döneminde Başbakan ile yan yana verdiği görüntüler, özel yetkili savcıyla çorbacı açılışında objektiflere yansıyan samimiyet, başka nasıl yorumlanabilirdi ki?..
Yıldırım sahip olduğu gücün farkındaydı. Yapabileceklerinin de hakeza!
* * *
Futbolumuz inanılması güç, ama bir o kadar da gerçek görünen yaşanmamış bir kaos içinde.
Camianın önemli isimleri sabahın köründe evlerinden alınıp emniyete götürülüyor, sorgulanıyor, deliller yüzlerine okunup cezaevine gönderiliyor. Her gün medyada “şike ve teşvik” operasyonuna konu olan en özel görüntüler, kanıtlar, fotoğraflar ve telefon kayıtları yayımlanıyor.
Operasyonun tam göbeğinde ise maalesef bir imparatorluğun lideri, kurmayları ve “adamlarının” olduğu iddia ediliyor.
Emniyetin dokuz aydır sürdürdüğü takipte, neredeyse her taşın altından aynı isimler çıkıyor.
Menfaat sağlamanın dışında, bir başka takımın emeğine uzanan elleri görmek, çirkin emellere ait ipuçlarına ulaşmak, kuşkusuz en çok “şampiyonluğun tertemiz olduğunu” düşünen sarı-lacivertli taraftarı kahrediyor.
* * *
Emniyeti, yargısı ve Futbol Federasyonu ile Türk futbolu tarihi bir sınavın eşiğinde.
Kabul, “ateş olmayan yerden duman çıkmaz”. Tabii ki bu kadar belge ve kanıt boş yere toplanmaz.
Elbette futbolun tüm dinamiklerini derinden sarsacak böyle bir operasyon “tatbikat” olsun diye yapılmaz.
Ancak ne yazık ki, karşımızda kafaları karıştıran, mideleri bulandıran, sinir sistemimizi sınayan bir tablo var.
Şimdi insanların zihinlerinde en ufak bir soru işareti bırakmadan adaleti sağlama zamanı.
Vicdanları rahatlatmak, yıllardır kanadığı bilindiği halde ilişilemeyen hastalığa neşter vurma vakti.
Milat ise, alın size milat!..
Peki ama niçin?
Değer mi bunca rezilliğe?
Hangi başarıdan, hangi zaferden daha önemli olabilir riske girip, sıfırlanmayı göze almak?
Çok fazla sorgulamaya gerek yok.
Ne zaman hırslarınız aklınızın önüne geçer, işte o zaman kontrolü kaybeder ve “asla olamaz” denen şeyleri yaşarsınız.
Üstelik peşinizden kimleri ve 104 yıllık bir çınarın hangi değerleri sürüklediğinizi bile anlayamadan!
Günaydın beyler!Tarihler 2009 yılının ilk aylarını gösteriyor.
Mahmut Özgener başkanlığındaki Futbol Federasyonu, FIFA talimatı doğrultusunda yeni yasa çalışmaları için siyasetin kapısını çalıyor. Yasa sadeleştirilip düzenlenirken “şike ve teşvik”in bu kapsama alınması talep ediliyor.
Şu an devam eden soruşturmada tutuklanan önemli bir kulübün yöneticisi de çalışmaların içinde. O da şike ve teşvik konusunda yetkinin federasyona verilmesi ve hareket alanının genişletilmesini savunuyor.
Önerisi çok tanıdık;
“5 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası.”
Federasyonun ısrarına karşın dönemin siyasi parti temsilcileri ve hukukçuları “olmaz” diyor.
Gerekçesi düşündürücü;
“Cezayı şiddet yasasıyla yargı versin.”
Aradan 2.5 yıl geçti.
Gündemdeki soruşturmanın dayanağı, 14 Nisan 2011’de yürürlüğe giren yeni yasa.
Şüphe edilen maçların önemli bir bölümü şike kapsamında değerlendirilemeyecek.
Ya yetki yıllar önce federasyona verilseydi?
Yanıtını “bir musibetin bin nasihatten iyi olduğunu” henüz anlayabilenlere sormak gerek!
Bu nasıl gizlilik?Şokla uyandığımız o sabahın üzerinden bir hafta geçti.
İlk etapta müthiş bir bilgi kirliliği yaşandı. Sebebi, soruşturmanın gizliliği ve operasyonun özelliği idi.
Ardından ufak ufak medyaya servis başladı.
Kimler tarafından sağlandığı bilinmeyen belge ve bilgi akışı, sanık avukatları kadar Futbol Federasyonu’nu da şaşırtacak cinstendi.
Şike ve teşvik skandalının en önemli ayaklarından biri olan federasyon, gelişmeleri medyadan izlemek zorunda kalıyor, harekete geçmek için talep ettiği dosyaların gelmesini bekliyordu.
Kamuoyu cezaevine yollanan yöneticilerin kaderinden çok, olayla anılan kulüplerin akıbetini merak etse de, Futbol Federasyonu soruları yanıtlayacak hamleyi bir türlü başlatamıyordu.
Neden?
Gizlilik şartı vardı! Gazetecinin görevi, etik kurallar içinde toplumu aydınlatmak. Dolayısıyla o bilgelere ulaşmak.
Ancak insan düşünmeden edemiyor.
Federasyon, zaman darlığına karşın Türk futbolunu yeniden şekillendirecek, belki de temelinden yeniden inşa edecek kararları alabilmek için eli kolu bağlı beklerken, bunca belge ve kanıt nasıl oluyor da ortalıkta dolaşabiliyor?
Böylesi duyarsız davranmak, suçu kanıtlanıncaya dek masum sayılması gereken kişi ve kurumlara yapılmış bir haksızlık değil mi?..
Asıl ürkütücü olan, soruşturmanın çapı ve önemi kadar, evrensel hukuk kurallarının karşı karşıya kaldığı bu tehdit galiba!