Cemal Çıldır, futbol yaşamını tırnaklarıyla kazıya kazıya şekillendirmiş gerçek bir futbol emekçisi.
Hayata tutunmak için kendisini futbola adamış, aracısız, arkasız, kendi uğraşlarıyla var olmaya çalışmış bir futbol gönüllüsü.
Bu hafta başına dek Kastamonuspor’un teknik direktörü idi Cemal Çıldır.
8. haftada 7 puanla devraldığı takımı, takviye yapmadan, şikayet etmeden 12 maçta 17 puan toplayarak önce düşme hattının üzerine çıkardı.
Ardından da klasman grubunda mücadele edecek bir yeterliliğe ulaştırdı.
Son maçında 3. lig 4. grubun ikincisi Araklıspor’u 4-3 yenerek önemli bir başarıya imza attı.
Tam görevini iyi yapmanın huzuruyla mutlu ve gelecekten umutlu daha büyük hedeflere hazırlanırken, Asbaşkan Hakan Başesgioğlu tarafından görüşme odasına çağrıldı!
“Hocam senden çok memnunuz. Başarılı oldun. Bu takımı biraz daha takviye etmemiz gerekiyor” şeklindeki başlangıç sözcüklerini duyduğunda, huzuru bir kat daha arttı.
Ama o sözcüklerin devamında, ipinin çekildiğini ve huzurunun kursağında kaldığını fark etti.
Başesgioğlu, genç teknik adama Gençlerbirliği’nin bir tür pilot takımı olduklarını hatırlatıyor ve “Oyuncuları verecekler ama bir şartla” diyordu...
“Hocayı da kendileri gönderecekler.”
Futbol dünyası, ahbap - çavuş ilişkileriyle yönlendirilen, bazen bir politikacının, bazen işadamının, bazen hatırlı kişilerin devreye girip, kendi adamını takımın başına getirdiğine değişik kereler tanık olmuştu.
Ancak bu, galiba bir ilkti.
Kastamonuspor’da teknik patronun kim olacağına bu defa Gençlerbirliği kulübü karar vermişti.
Tıpkı devletler arası ilişkileri çağrıştırır cinsten.
Güçlü devletin kendi politikalarını uygulatmak için, zayıf devletin başbakanını değiştirmesi gibi!
Bu, büyük devletin küçüğün içişlerine müdahalesinin, futbola yansımış bir benzeriydi.
Peki, küçük devletin yöneticileri bunu nasıl hazmedebilirdi?
Gayet basit!
Devletler arası ilişkilerde ülkeyi yönetenler nasıl hazmediyor ise öyle!
Kastamonuspor yönetimi de böyle yaptı.
Hem de ağızlarına çalınmış bir parmak balın lezzetiyle, neredeyse dudaklarını şapırdata şapırdata!
İçişlerine müdahale, belli ki onları hiç rahatsız etmemişti.
Çünkü göreve Gençlerbirliği’nin atadığı Kahraman Karataş gelmişti!
Peki, Cemal Çıldır’ı görüşme odasına çağıran Hakan Başesgioğlu kimdi?
Spordan Sorumlu eski Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun oğlu!
Babası Spor Bakanlığı yapmış birinden, en azından spor kültürüne, spor etiğine uygun bir davranış beklenirdi.
“Kır atın huyundan, suyundan” lafının altında yatan, “Yanında duran elbet bir şeyler kapmıştır” özdeyişinin ruhundaki anlam gibi.
Demek ki oğul, bir dönemler Türk sporunu yöneten babasından ala ala bu davranış biçimini miras almıştı.
Hani Kastamonuspor denilince akla gelen, çoğumuzun bildiği bir tezahürat vardır...
“Gastamonu Gastamonu dep dep dep...”
Kastamonuspor, galiba bu dramatik öyküde neyi “depeceğini” karıştırdı.
Top yerine, hocasını depti.
Hem de öyle bir depti ki...
Kendi bağımsızlığını bile hiçe saydı Kastamonuspor’u yönetenler!
Kim kimin huzurunda
Türkiye Amatör Spor Kulüpleri Konfederasyonu’nun yeni başkanı Mehmet Baykan ve yöneticileri, hafta içerisinde Gençlik ve Spor Genel Müdürü Yunus Akgül’ü ziyaret etti.
Ziyaret, GSGM internet sitesinden şu ifadelerle duyuruldu;
“TASKK Akgül’ün huzurunda.”
Baykan ve ekibinin nezaket ziyaretini “huzura çıkmak” olarak algılayan kafa yapısına bakar mısınız?
Eğer Akgül’ün makamı “huzur” ise Bakan’ın, Başbakan’ın ya da Cumhurbaşkanı’nın makamı ne olabilir dersiniz?
Genel müdürlerine yağcılıktan mı, yoksa cahillikten mi bilinmez.
Birileri uyardı da ertesi gün o başlık değişti;
“TASKK’dan Akgül’e ziyaret...”
Başlık değişti, ya zihniyet?
İşte değişmesi en zor olan da bu!
Azıcık insaf!
Aaa o ne?
Futbol Federasyonu’nun 2016 Avrupa Şampiyonası adaylığı için açıkladığı kent ve statlar Türkiye’yi paramparça etmiş!
Vay efendim federasyon Kayseri’nin ötesini nasıl görmezden gelirmiş.
Bu resmen ayrımcılıkmış.
Tam da açılım söylemlerinin tartışıldığı süreçte federasyon Diyarbakır’ı, Urfa’yı Trabzon’u projeye nasıl dahil etmezmiş.
Aslında bu görev Futbol Federasyonu’nun idi ama neyse!
Önce Yılmaz Özdil, dün de sevgili Bilgin Gökberk yazdı.
Tercihlerin gerekçelerini, Türkiye’deki ve Avrupa’daki örnekleriyle pek de güzel ortaya koydular.
Dahası, bu coğrafyada geri kalmış, ezilmiş, itilmiş insanlarımızın ve kentlerimizin varlığı bugün ortaya çıkmadı ki.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin 87 yıldır yapamadığını bir futbol organizasyonu üzerinden federasyona fatura etmek de neyin nesi?
Önce o bölgeyi kalkındırmak, eğitim ve yaşam koşullarını düzeltmek yerine kazandığını büyük kentlere yatıran girişimcileri konuşmamız gerekmiyor mu?
Bir basketbol finali organizasyonunun neden Urfa’da yapılmadığını, kısa kulvar Avrupa Şampiyonası’nın niçin Diyarbakır’da düzenlenemediğini, Van’da hangi gerekçeyle bir atletizm Türkiye şampiyonası koşulamadığını sorgulamak dururken, Futbol Federasyonu’na yapılan en hafifinden insafsızlık değil mi?
Alo Oğuz, ben Aziz!
Selçuk Dereli gitti.
“Seni bitireceğim” diyen Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım hedefine ulaştı.
Dereli’ye iki yıldır doğru dürüst maç veremeyen, derbilerden uzak tutan MHK Başkanı Oğuz Sarvan ise rahatladı.
Şimdi Sarvan ve arkadaşlarını kritik bir sınav bekliyor.
UEFA’da birinci torbaya yükselme başarısı gösteren üçüncü Türk hakemi olan Cüneyt Çakır’a uygulanan “Fenerbahçe ambargosunun” kalkıp kalkmadığını, ligin ikinci yarısında göreceğiz.
Çakır’ın adını son yönettiği Belediyespor müsabakasından sonra kara tahtaya yazan Aziz Yıldırım “icazet” verirse, FIFA kokartlı hakemi en kısa sürede Fenerbahçe maçına çıkabilir.
Yok Yıldırım “biraz daha burnu sürtsün” buyurursa, o zaman görmek isterim Sarvan ve arkadaşlarının cesaretini!
Sen “UEFA’da birinci sınıf hakemim var” diyecek, ama yüreğin yetmediği için o hakemini Fenerbahçe maçlarında kullanamayacaksın.
Sayın Sarvan’a buradan bir tüyo verelim;
Hani numaralarını tanımadığı için açmadığı telefonlar var ya!
Bence bugünlerde o huyundan vazgeçsin.
Bakarsınız karşısına “fırça atmayı” değil, nasihat etmeyi düşünen bir kulüp başkanı çıkabilir!