Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Haber, üç gün önce Fenerbahçe internet sitesinde yayınlandı.
“Avrupa Voleybol Federasyonu’nun, Fenerbahçe Acıbadem bayan voleybol takımının Romanya’nın Metal Galati takımı ile 18 Şubat’ta Burhan Felek spor salonunda oynadığı Indesit Şampiyonlar Ligi 12’li play-off turu rövanş maçına, şartnamede belirtilenden az sayıda seyirci gelmesi nedeniyle kulübe 3 bin euro para cezası vermesi kararlaştırılmıştır.”
Medya olaya farklı yaklaştı. Verilen cezanın komikliği konuşuldu.
Oysa, can sıkıcı asıl nokta, Avrupa Voleybol Federasyonu Başkanı Riet Ooms’un utana sıkıla kaleme aldığı cümleydi;
“Ne yazık ki söz konusu maçta seyirci sayısının 560 olması dolayısıyla kulübünüze yaptırım uygulanacaktır”.
Bundan büyük ayıp olur mu?
Eleme grubu, Aroma 1. ligi ve kupa müsabakaları dahil hiç maç kaybetmeyen, Türkiye’nin bu sezon Avrupa’da hedefe yürüyen tek temsilcisi olarak kalan bir takımın, kendi salonunda oynadığı maça sadece 560 taraftar gelir mi?
Gelir.
Gelir ve ele güne böyle rezil oluruz.
Başarıysa başarı, kaliteyse kalite, isimse Fenerbahçe.
Hepsi bir arada ve tribünler neredeyse bomboş.
Bu nasıl büyük camia?
Fenerbahçe Acıbadem bugün Cannes’da Avrupa Şampiyonlar ligi dörtlü finalindeki ilk maçına çıkacak.
Ev sahibini yendiği takdirde, yarın Avrupa’nın en önemli kupasında final oynayacak.
Televizyondan izleyin bakın, o salonda kaç bin seyirci olacak.
Nasıl bir şölen, nasıl bir coşku yaşanacak?
Zaman zaman başarının en önemli mimarı, Fenerbahçe Acıbadem Bayan Voleybol Takımı Sorumlusu Mehmet Ali Aydınlar’ın özverisi ve mütevazı yöneticiliğinden söz ettik.
Ve ekledik;
“Bu ülkenin Aydınlar gibi spor adamlarına fazlasıyla ihtiyacı var. Hiç değilse işin içinde olanları küstürmeyelim, şimdilik o da yeter!”
Kupayı kazanmak kadar finalde mücadele etmek de büyük başarıdır.
Ancak umuyor ve diliyoruz ki, Aydınlar’ın kızları Avrupa’nın zirvesine çıkar.
O da 560 seyirciye maç oynadığı için yenen cezanın acısını, spora küserek çıkarmaya kalkmaz.

Haberin Devamı

Arda röportajı ve köstebekler!
Hafta içinde Futbol Federasyonu’nun Tam Saha Dergisi’nde Galatasaraylı milli futbolcu Arda Turan’ın nefis bir röportajı yayınlandı.
Bugüne kadar Arda ile yapılmış, en kapsamlı, en samimi ve gündem yaratacak mesajlar içeren, deyim yerinde ise röportaj gibi röportajdı.
Emeği geçenlere tebrikler.
Kuşkusuz Arda’nın bu kadar net ve açık tespitlerde bulunmasında federasyonun resmi yayın organı olan dergiye konuşuyor olmasının payı büyüktü.
Papa’nın düştüğü duruma düşmeyeceğini biliyordu en azından!
Üzerinde durmamız gereken ise, Arda’nın bu çarpıcı bir söyleşiyi ulusal medyadan hiçbir gazeteye vermemiş olmasıydı.
Olsun. Veren biri çıkardı nasıl olsa!
Dergi piyasaya dağıtılmadan önce Arda röportajı Vatan gazetesinde yayınlandı.
Alan, gazeteciliğin gereğini yaptı, rakiplerinden bir adım öne geçti.
Veren mi?
Eminim o, hâlâ ne yaptığının, kimleri haksız yere töhmet altında bıraktığının farkında bile değil.
Federasyon şimdilerde köstebek arıyormuş.
Boşuna uğraşmasınlar, köstebekler toprak altında yaşar.
Bu tartışmaya yol açanlar ise İstinye’de, hemen yanı başlarında oturuyor!
Hem bulsanız ne yapacaksınız ki?
Geçmişte yaşananlar referansınız değil mi?

Haberin Devamı

İlhan abi kitap yazsana
İddia ediyorum, İlhan Cavcav, Türk futbolunun kara kutusudur.
30 küsur yıllık kulüp idareciliği döneminde bilmediği ve tanıklık etmediği sıra dışı olay yoktur İlhan ağabeyin!
O, ne federasyonlar, ne teknik adamlar, ne futbolcular gördü bunca yılda.
Gençlerbirliği’ni Maltepe semtindeki iki odalı kulüp binasından Beştepe’deki trilyonluk tesislere taşırken, hem takdir edilecek bir idarecilik yaptı, hem de futbolun karanlık labirentlerinde yaşananla gördü.
Bazen bir teknik adamın, kimi zaman futbolcunun, ya da hemen yanı başındakilerin yediği herzeleri en iyi bilen futbol adamlarının başında gelir İlhan ağabey.
Gelir de, çıkıp açık açık tanık olduklarını anlatamaz bir türlü.
Ya bir dost sohbetinde, ya rakı-balık muhabbetinde ya da bir şike soruşturmasında boşaltır beynindekileri.
Hepsinde “Gizli kalsın haa” der, bir süre sonra da gazetelere çarşaf çarşaf manşet olur.
Sevgili İlhan ağabey.
Bilirsin seni çok severim, senin de beni sevdiğini bilirim.
Küçüğün olarak naçizane bir önerim var sana.
Futboldan emekli olmayı beklemeden oturup bir kitap yaz.
Federasyon seçimlerinde dönen dolapları, harbi şikeleri, hatır gönül işlerini, çantayla taşınan çil çil paraları, takımını satan kalecileri, bir metreden gol kaçıran santraforu, aniden kadro dışı bırakılan futbolcuları, parayla bağıran taraftarı, tehditle verilen arazileri, belediye başkanlarıyla içilen çayları, Kulüpler Birliği toplantılarında yapılan pazarlıkları bir bir anlat.
Malum çoğu “zaman aşımına” uğramıştır.
Ne senin başın ağrır ne karşındakilerin.
İlhan ağabey;
Üniversite yıllarında haftada bir çıkan Gırgır dergisinin yeni sayısını okuyabilmek için çarşamba günlerini dört gözle beklerdik.
Ne olur, bize taksit taksit eziyet çektirme.
Yaz bir kitap, sen muradına er, biz de aynı filmi defalarca izlemekten kurtulup rahatlayalım.
En az otuz baskı yapmazsa kefili benim.

Haberin Devamı

Urfa dediyseniz, gideceksiniz
Malum, son dönemlerin modası demokratik açılım söylemi.
Kim eksik kalmıştı?
Futbol Federasyonu.
O da aldı rüzgârı ardına, ortaya bir tartışma atıp kenara çekildi.
“Efendim Ziraat Türkiye Kupası finali Urfa’da oynanabilirmiş.”
Peki bu girişimin bir alt yapısı var mıydı?
Örneğin GAP Urfa Arena derken, milyonlarca lira harcanarak yapılan bu stadın ışıklandırma sorunu olduğu bilinmiyor muydu?
Maçı izlemek için Urfa’ya gelecek binlerce taraftarın nerede, nasıl konaklayacağı hesaplanmış mıydı?
Ya da ulaşım konusu düşünülmüş müydü?
En önemlisi finale aday dört kulübün nezaketen de olsa fikri sorulmuş muydu?
Yok.
Hadi biz alışığız popülizm kokan hareketlere de...
Final müsabakası bizim kentte oynanacak diye umutlanan, gözleri ışıldayan insanlara yazık değil mi?
Hiç mi tartılmaz ağızdan çıkan lafın nereye gideceği, kimi üzüp sevindireceği?
O lafın arkasında durulması gerektiği?
Dedik ya rüzgâr bu.
Lafı nereye götürürse götürsün!