Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Yeğenim Mert 15 yaşında. Hasta bir Gençlerbirliği sempatizanı. Geçen yıl kombine kartını alıp cebine koymuştum. Forması, atkısı ve şapkası ise kendi harçlıklarından.
Kaptan Orhan Şam’a hayrandı. Tanışıp, telefon numarasını bile öğrenmişti. Arada bir mesaj atıyormuş. Sezon sonunda Fenerbahçe’ye gitmesine çok bozulsa da, birlikte çektirdikleri fotoğrafı çalışma masasının üzerinden kaldırmaya gönlü razı olmamış.
Dün aradı beni.
“Amca yeni kombineyi aldın mı?”
“Hayır almadım. Vakit var alırız.”
“Yok yok, alma sakın.”
“Neden?”
“Artık maçlara gitmek istemiyorum.”
“Allah Allah nereden çıktı şimdi?”
“Baksana bir sürü şey var. Şike filan diyorlar. Bizim takımdan da futbolcuları çağırmışlar. Seyretmek istemiyorum, gitmeyeceğim ben.”
“Oğlum takma kafanı bunlara. Git seyret maçlarını”.
“Zaten bu sene derslerim de ağır, gitmeyeceğim”.
“İyi sen bilirsin, televizyondan izlersin o zaman.”
“Hayır televizyondan da seyretmeyeceğim“.
15 yaşında ve futbola tutkuyla bağlı olan yeğenim, aylardır içinden çıkmaya çalıştığımız şike-teşvik kaosuna pes edip, kendince tavrını koymuştu.
Çoğu genç gibi dört büyük takımın peşinden koşmak yerine Gençlerbirliği’ne gönül veren Mert, Behzat Ç ile yan yana maç seyrettiği tribünü bile terk etmeyi göze almıştı, olup biteni anlamaya çalışırken.
Yeğenim milyonlarca futbolsever arasında küçük bir örnek.
Kombine kartını özenle saklayan, iki haftada bir Gençlerbirliği’nin, Ankara’da oynayacağı maçları iple çeken, takımını seyredebilmek için dershaneden kaytaran, futbolu futbol olduğu için seven o çocuk, şimdi kirletildiğini düşündüğü oyundan nefret eder hale gelmişti.
Kim maç satın almış, kaç para verilmiş, hangi futbolcu şikeye karışmış, falanca kulüp yöneticisi niçin hapise girmiş, UEFA neden rest çekmiş sorularına yanıt aramaya çalışan tertemiz dağarcığı patlama noktasına gelen sadece Mert mi?
Yüz binlerce taraftarı futboldan soğutan, bırakın tribüne gitmeyi televizyon karşısına oturmaktan vazgeçirenlere sormak lazım.
Bugün yaşanan çirkinliklere tanıklık eden gencecik insanlara, futbolu yeniden sevdirmek mümkün mü artık?
Beyin kıvrımlarının arasına yerleşen kuşkuyu, soru işaretlerini çıkarıp atmak kolay mı sanıyorsunuz?
Futbola değil, gönül verdikleri renklerin peşinden hesapsızca koşan milyonlara ihanet ettiniz.
Her kim Türk futbolunun dibe vurmasına yol açtıysa...
Sayenizde ne tadı, ne tuzu, ne de lezzeti kaldı oyunun.
Şikeyi de elinize yüzünüze bulaştırdınız, cezasını da.
Ceremesini çekmek ise taraftara kaldı.

Haberin Devamı

Bu mudur yani?
Sporda son yıllarda yakaladığımız en büyük başarılardan birinin altında, Yıldız Bayan Voleybol Milli Takımı’nın imzası var. Haziran’da Avrupa şampiyonu oldular. Trabzon’daki EYOF oyunlarında üçüncü, geçen hafta da dünya şampiyonu.
Onlar bir düşünce devriminin eseri. Türk voleybolunun en az on yıllık garantisi.
Üzerlerine titreyecek, narin birer çiçek gibi sakınacaksınız artık hepsini.
Ama dakika bir, gaf bir!
Efendim dünya şampiyonu olan kızlarımıza talimat gereği 25’er Cumhuriyet altını veriliyormuş da, Başbakan’ın talimatı ile 50’ye çıkarılacakmış. Lütfettiniz, sağ olun.
Biz de ayar yok ki.
Geçen yıl dünya ikincisi olan basketbol milli takımına verilen ödülleri anımsayın.
Başbakan bizzat devreye girmiş, final maçı öncesi 1’er milyon lira olarak açıkladığı başarı ödüllerini 1’er buçuk milyon liraya yükseltilmişti.
Unutmadan finalde yenildiğimiz ABD takımında şampiyonluk primi 25’er bin dolardı!
Her neyse avuçlarımız patlayıncaya kadar alkışladık, helal olsun, hak ettiler dedik.
Ya dünya şampiyonu yıldız kızlarımız?
Daha ne olsun 50’şer Cumhuriyet altını alacaklar ya?
Hem daha küçükler. Büyüyüp ağabeyleri gibi palazlansınlar da...
Başarıyı değerlendirirken cinsiyet ayrımı yapıldığını düşünmek bile istemiyorum.
Lakin ülkeyi ve sporu yönetenlerin bu kadar uç noktalarda dolaşıyor olmasına da anlam veremiyorum.
Bir basketbolcu, eşittir 45 voleybolcu!
Bu mudur yani?

Haberin Devamı

Bu milli takımdan hayır gelir mi?
Şike, teşvik, play-off, UEFA, Şampiyonlar Ligi derken milli maçlar geldi çattı.
2 Eylül’de Kazakistan, 6’sında Avusturya sınavları var. 2012 Avrupa şampiyonası finallerine katılabilmek için kritik iki doksan dakika.
Peki ya futbolcular?
Psikolojileri, motivasyonları ne alemde?
Fenerbahçeliler belli. Haksızlığa uğradığına ve Şampiyonlar Ligi’nin ellerinden alındığına inanan oyuncular şimdiden isyan bayrağını açmış durumda.
Her ne kadar ay-yıldızlı formayı boykot edecekleri yolundaki haberleri yalanlasalar da, yaşadıkları hayal kırıklığını milli göreve taşımayacaklarının garantisi yok.
Ya diğerleri?
Beşiktaşlısı, Trabzonsporlusu, Galatasaraylısı?..
Şike travmasını sadece Fenerbahçeli oyuncular mı yaşıyor?
İnsanın içini karartan bu kadar olumsuz şeyden sonra biraraya gelip tek yumruk olmak, takım ruhunu yaşamak mümkün mü?
Kolay değil.
Hiddink’in elinde sihirli değnek olsa, savcılık ve emniyetin puslu koridorlarından kurtulup bizi tekrar futbola döndürmesini beklediğimiz Milli Takım’ın 3 Temmuz’dan önceki havasını yakalayacağını düşünmek iyimserlik olur.
O formayı giyecek futbolculardan ne çok şey bekliyoruz değil mi?
Herşeyi unutun, beyinlerinizi sıfırlayın, tek bir hedefe kilitlenin ve kazanın.
2 ayı aşkın süredir Türk futbolunda hiçbir şey yaşanmamış gibi davranın, kırgınlıkları ve dargınlıkları bir kenara bırakıp birbirinizi kucaklayın.
Bu çok ağır, o kadar da zor bir görev.
6 Eylül akşamı saatler gece yarısına yaklaşırken, futbol adına elimizde kalan tek heyecanı da yitirmiş olursak, kimse sahadan kafaları önde ayrılan futbolcuları suçlamasın. Aksi olursa mı?
Böyle bir atmosferde, bu koşullarda zoru başarırlarsa, hepsine helal olsun.