Burcu Kapu

Burcu Kapu

burcukapu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Günümüzün en yaygın hastalıklarının başında depresyon, panik atak ve anksiyete geliyor. Sporcular da herkes gibi insan ve yaşadıkları duygusal iniş çıkışlar bazen daha kalıcı olup saha içi performanslarına etki edebiliyor. Eskiden de muhtemelen böyleydi ama bu kadar gündeme gelmiyordu. Peki ne değişti futbolda?
Biraz eskilere gidelim. Maradona’yı düşünün. Kilolu denebilecek bir fizikle dünyanın en iyi futbolcusu oldu. Çünkü o zaman saf yetenek yeterliydi. Ardından buna fizik kapasite eklendi. Aynada gördüğün kaslarından çok daha fazlasının gelişmiş olması zorunluluğu yetenekle birleşince C. Ronaldo gibi iyi futbolcu olma özelliği yüklendi. Ve şimdi yeni dönemle birlikte güncel futbolcu sürümünde ihtiyaç duyulan bir özellik daha var: Zihinsel güç.
J. Klopp’un futbol diline kazandırdığı “zihinsel canavarlar” (mentality monsters) tanımıyla artık komple bir futbolcu olmak için gereken şartlar yeniden tanımlanış oldu. Geçen sezon Liverpool ile lig, Şampiyonlar Ligi ve FA Kupası’nda gösterdiği başarıdan sonra oyuncularını tarif etmek için bu tanımı kullanan Klopp, farklı kulvarlarda yarışmacı şekilde mücadele edebilmek için tüm takımın aynı konsantrasyonla sahada olması ve maç esnasında tüm kaygılardan uzak sadece ana, yani maça odaklanması gerektiğini söyledi. Haksız mı? Tabii ki değil. Hadi gelin ne kadar haklı olduğunu bizden birkaç örnekle hatırlayalım.
Bu sezona kafasındaki sözleşme sorunlarıyla başlayan Beşiktaş kalecisi Ersin Destanoğlu, saha performansı düşünce ve yerini birkaç maçta ikinci kaleci Emre’ye bırakınca iyice olumsuz etkilendi. Tribünlerden de yüksek olmasa da zaman zaman eleştiriler gelince hala eski formuna kavuşamadı.
Bu sezon tribün protestolarından etkilenen bir başka kaleci ise Fenerbahçe’nin kalesini koruyan Altay Bayındır oldu. Öyle ki, sonunda hafta içi Rennes maçında hocası da isyan edip, “Futbolcuyu protesto etmek beni protesto etmektir” diyerek Altay’a destek oldu.
Geçen sezon Galatasaray ile oynadıkları maçta aldığı tepkiler yüzünden yedek kulübesinde ağlayan Abdülkadir Ömür’ün o hali hala akıllarda.
Yine geçen sezon, ne yapsa toparlayamayan Galatasaray’da başarısızlığın neredeyse tüm faturası Taylan ve Berkan’a kesilmedi mi? Özellikle Taylan, eleştiriler artıkça daha fazla top kaybı yapıp daha az sorumluluk almaya başlamadı mı?
Selçuk İnan’ın futbolu bırakmaya nasıl karar verdiğini hatırlıyor musunuz? “Tribünden yükselen ıslıklar, kötü tezahüratlarla mücadele edemedim, çok etkilendim ve bırakmaya karar verdim” demişti.
Bunlar bir çırpıda hatırladıklarımız ama kim bilir kaybolup giden ne çok yetenekli oyuncu da oldu, ismini bile bilmiyoruz. Birçok spor psikoloğu artık buna kafa yoruyor. Oyuncuların psikolojik olarak daha güçlü, daha istikrarlı olmasını ve özellikle de kendi taraftarları tarafından eleştirildiğinde bundan etkilenmemesini nasıl sağlarız diye.
En iyi teknik direktörler artık oyuncularını bu psikolojik savaşa hazırlamak için eğitimler alıyor. Yani eski usul, “aslansın, kaplansın” motivasyon konuşmaları artık günümüz futbolcularında bir işe yaramıyor. Tribünlere, “Konsantrasyon” diye pankart asan taraftarlar çoğu zaman kendi oyuncusunun konsantrasyonunu asıl bozanlar olabiliyor. Ve bu genç sporcular bununla baş etmekte çok zorlanabiliyorlar.
Bunca zaman “sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” sanıyorduk ama acaba doğrusu “sağlam bir vücut sağlam kafada bulunur” olabilir
mi?