Burcu Kapu

Burcu Kapu

burcukapu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Okuduğunuz bu başlık pek de şaşırtıcı değil aslında. Yıllar içerisinde futbolun evrimini düşününce, önce endüstriyelleşmesi, ardından teknolojileşmesi bu soruyu belli dönemlerde gündeme getiriyor. Futbol değişiyor mu, gelişiyor mu, yoksa dönüşüyor mu? Cevap hepsi...
Bu sorunun ortaya atılması ve en güncel cevabın bulunması için tüm elit futbolcuların arenaya çıktığı uluslararası turnuvalar en doğru zaman... Bu turnuvalar en yeni saha içi taktikler, popüler dizilimler, rakibi 90 dakika içinde nakavt edebilecek mikro aksiyonlar ile bolca kan, ter, gözyaşı ile puanı yüksek bir film adeta.
Son Avrupa Şampiyonası’nı hatırlayacaksınız, üçlü savunma tercih eden takımların çokluğu, turnuva sonrasında kulüp takımlarının futboluna da sirayet etmişti. Bizde de V.Pereira Fenerbahçesi, ardından V.Ismael’in kısa süre de olsa üçlü savunma tercihi derken, Süper Lig’de özellikle son iki sezondur birçok takımın tercihi oldu bu diziliş. Bugünlerde Beşiktaş kampında ve hazırlık maçlarında Şenol Güneş de benzer dizilimi deniyor. Artık izleyicilerin de rakibi karşılarken savunmada beşli, hücuma çıkarken üçlü dizilimle ilgili fikri var. Peki bu Dünya Kupası’nda öne çıkan ne oldu? Neden yine bu soruya geldik: Futbol değişiyor mu?
Şüphesiz son 16 turunda Fas’a elenen İspanya’nın bu soruya çok katkısı var. Geçen hafta grupların ardından takımları değerlendirirken Fas’ın sürpriz olmadığını yazmıştım. Ama asıl sürpriz, İspanya’nın vedası oldu. Buna sadece elenen bir ülke diye bakmamak lazım. İspanya ile birlikte dünya futbolundan tiki-taka da elendi. Nerdeyse geçmiş 20 yıla damgasını vuran bir formüle önce Klopp’un gegenpresi darbe vurmuştu ama öldürememişti. Bu turnuva ise futbolda sahte 9 rolünün önemini azaltıp aynı zamanda tiki-taka’nın da sonunu getirdi. Fas karşısında çarpıcı bir şekilde %77 topa sahip olan ve tam “926 isabetli pas” yapan İspanya’nın biraz daha doğaçlama oyuna, uzaktan şuta, driplingle ve çalımla adam geçecek oyunculara ihtiyacı vardı. İkinci topları alıp tehlike yaratabilecek oyunculara... Ama bunun için gereken yüksek şiddette baskı ve rakibe yakın oyunu pas oyunuyla yapmakta zorlandı.
Guardiola’nın eski yardımcısı, 4-2-3-1 futbolunun mucidi Juanma Lillo hafta içi muhteşem bir röportaj verdi:
“Artık kötü oyuncu kalmadı. Ama istisnai oyuncu da kalmadı. Kötüleri yok edeceğiz derken iyileri de yok ettik. Artık herkes futbolda iki dokunuş çalışıyor, onu oynuyor. Çalım bitti, dripling kalmadı.”
Mükemmel bir özeleştiri. Biz zaten Guardiola’nın Manchester City’de benzer bir özeleştiriyi gizli de olsa yaptığının farkındaydık. Katalan teknik adam daha önce hep sahte 9 numarayla oynamayı tercih ediyordu. Gabriel Jesus’un bu mevkideki mutsuzluğu, takımdan ayrılıp Arsenal’e gitmesi ve saha içinde özgürlüğüne kavuşması derken Guardiola gitti, Haaland gibi tertemiz bir santrfor aldı.  Asla pas trafiğine girmeyen, 45 dakikada 5 kere topa değip, 4 şut çekip, 2 gol atan bir adam. (Arşivden ‘Yeni nesil golcü’ başlıklı yazıdan daha detaylı okuyabilirsiniz.) Ve böylelikle başa döndük, futbolda esas olan santrfordur mitine.
Globalleşen ve teknolojiye erişimin kolaylaştığı futbolda, artık antrenman taktikleri veya akademiler arasında çok büyük farklar yok. Güney Afrika’da da Norveç’te de benzer antrenmanlar yapılıyor. Hepsi fiziksel olarak güçlü, mental olarak dayanıklı, ayağına hakim oyuncular yetiştirme peşinde. Pas oyunu, alan daraltma, geriden oyun kurma her seviye futbolun klişesi haline geldi. O yüzden olur mu diyeceğiniz Suudi Arabistan gidip rahatlıkla Arjantin’i yenebiliyor. Çünkü herkes konsol oyunlarındaki oyunculara benziyor, herkes akademi ürünü, sokak ürünü değil. Şimdi siz söyleyin bol ataklı, gerilimli, saha içinde inisiyatif alan yetenekli futbolcuların ve ince hareketlerin olduğu bol gollü maçları mı izlemek istersiniz; yoksa kontrollü, sisteme sadık, atletik, yere düşmeyen futbolcuların olduğu az gollü maçları mı? Futbolu standartlaştırıp içinden heyecanı çıkarırsanız, geriye ne kalır?