Evet, ben dahil birçok meslektaşım, Milliyet’in efsane spor müdürü, rahmetli Namık abi (Sevik) ile çalışma olanağını bulduk. Onun ardından öyle spor müdürlerimiz geldi, geçti ki, hangisini saysak bilemiyorum? Nezih Alkış, Şansal Büyüka, İhsan Topaloğlu ve Cem Şengül de onun öğrencisiydi.
Bugünkü konuma gelmemde, Namık abi başta olmak üzere yukarıda saydığım spor müdürlerinin katkısını asla unutamam. Hele hele rahmetli İslam abi (Çupi), Allah uzun ömürler versin Attila Gökçe abi ve birçok yazar büyüklerimin de katkısını yadsıyamam. Demem o ki, Namık abi ile çalışmak ben ve diğer meslektaşlarım için büyük onurdu. Milliyet’te neredeyse 36 yılı devirdim... Bu mesleğe başlarken hayalim, idolüm Milliyet Spor Servisi idi... O kapıdan 1985 yılında girdim, hala da o vitrindeyim.
Namık abiyle çalışan herkes bilir ki, Milliyet’in vitrininde ‘yalan-dolan’ asla olmaz, bugüne kadar da olmadı, bundan sonra da olmayacak.
Niye mi?
Gazetecilik kurallarına sıkı sıkıya bağlı olmak bizim genlerimizde var. Milliyet’te tek sütun ‘yalan’ haber bile bulamazsınız. Arşivler orada... İsteyen, merak eden gitsin baksın!
Kısa bir örnek paylaştıktan sonra asıl Galatasaray Yönetimi’nin yaptığı ‘yalanlama’ konusuna geleceğim!
Bakın, Beşiktaş’ın efsane teknik adamı Gordon Milne’yi bizim jenerasyon iyi tanır... Gençler ise tarihten bilirler. Kartal’ı üç kez üst üste şampiyon yapan ve bu anlamda bir rekora imza atan Milne’den söz ediyoruz. Bizler, yani gazeteciler her kuruma rengi ne olursa olsun saygı duyarız, asla önyargılı olamayız. Zaten yalan-dolanla da işimiz olmaz!
Seba ipleri kopardı
Şimdi, Milne gibi başarılı bir teknik adamı 1994 yılının devre arasında, bağışlayın ama hiçbir yönetim gönderemez, deyim yerindeyse biletini kesemezdi... Gelin görün ki efsane başkan rahmetli Süleyman Seba, benim yazdığım ‘transfer skandalı’ başlıklı haber ve bir hafta süren yayınlardan sonra hocası ile ipleri hiç çekinmeden kopardı.
Haberin içeriği, Peru Milli Takım kaptanı Francesco Manesero ve Arjantinli Nartallo transferinin perde arkasında yatan, ‘skandallarla’ ilintiliydi. O dönemki spor müdürümüz; kulakları çınlasın İhsan abi (Topaloğlu) idi... Ortalık yangın yerine dönmüş, kulüpten ardı ardına ‘yalanlamalar’ yapılıyordu. Ama yalanlamalarda bile bir saygı vardı, yani Beşiktaş kültürüne yakışan ifadelerle kaleme alınmıştı hepsi...
Her türlü belge ve verilerle yayınlandı o haberler... Hiç unutmam İhsan abi, Portekiz’den Tarkan Bulan isimli bir öğrenciyi masraflarını üstlenerek Peru’ya göndermişti. Beşiktaş’a verilen kulüp adresi bile sahteydi, o adres ‘manav’ dükkanı çıkmıştı!
Gözyaşlarıyla gitti
Şimdilerde Bodrum’da yaşamını sürdüren Metin Keçeli’yi herkes tanır. Dürüst, adam gibi adamdır. Kayseri’de maça gittik, takımla aynı otelde kalıyoruz, odamın kapısını çalındı, Metin abiyi karşımda gördüm. “Hayırdır abi” dedim... Lafını esirgemezdi hemen söze girdi: “Çok iyi bir insansın ve de iyi bir gazetecisin, senin adına çok üzülüyorum...”
Şaşırmıştım... “Ne demek istiyorsun abi?” diye sordum...
“Bak Bilal, bir hafta süreyle yazdıklarının, ortaya koyduğun belgelerin hiçbiri doğru değil...” Afallamıştım, elim ayağım birbirine dolaşmıştı!
Maçı düşünecek halim kalmamıştı. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü! Öyle ki, uçağa atlayıp, İstanbul’a dönüp istifamı sunmayı bile düşünmüştüm...
Ne var ki, asıl sahte olan Beşiktaş’a verilen belgelerdi, Gordon Milne bu skandalın hiçbir yerinde yoktu. Ancak yollar hep ona çıkıyordu, komisyon lafları ardı ardına geliyordu!
Sonunda Başkan Süleyman Seba, Milne ile yolları ayırmak zorunda kaldı, üstelik bu ayrılık ‘gözyaşları’ içinde gerçekleşti!
Gordon Milne ile dostluğumuz ise hiç bitmedi, hatta ilerleyen yıllarda daha da pekişti...
Kıssadan hisse!..
O nasıl bir üsluptur!
Gelelim bugüne... Önce takım arkadaşım Nevzat Dindar ile başlayalım... Galatasaray’da kapalı kapılar ardındaki konuşmalar gizli kalmadı, hepsini Nevzat kardeşim bir bir ortaya çıkardı. Müthiş bir gazetecilik örneği verdi, ortalığı karıştırdı...
Ve ardından Spor Müdürümüz Tayfun Bayındır, ‘Ya aday olursa?’ başlıklı bir yazı kaleme aldı. Tek satırında yalan bulamazsınız o yazının...
Ey Galatasaraylı yöneticiler! Tayfun Bayındır’ı çok iyi tanırım, haberciliğini de asla tartışmaya açmam. Bilirim ki, Bayındır kılı kırk yarar, sonra yazar...
Yani, araştırır her kapıyı çalar, doğrulatır, sayfaya öyle yansıtır. Dedik ya, Milliyet’in genlerinde ‘doğru’ habercilik vardır, bu herkese bulaşır, yeter ki o ailenin içine girilsin...
Galatasaray’ın yaptığı yazılı açıklamayı okurken, inanın kullanılan kelimeler yüzümü kızarttı!
O nasıl bir üsluptur arkadaş?
Orada duracaksınız!
Evet, uzmanlık alanım her ne kadar Beşiktaş olsa da Galatasaray, Fenerbahçe ve Trabzonspor’a, tüm Anadolu takımlarına hiçbir zaman uzak olmadım, aksine çok yakın ilişkiler kurdum...
Tamam kurum olarak yalanlama yapabilirsiniz, buna gıkımız çıkmaz. Ama açıklamanın her tarafı hakaretle doluysa orada duracaksınız! Öyle insanların kişilik haklarına saldıramazsınız!
Bu hakkı size kimse vermez, hukuk çerçevesinde bunun hesabı sorulur!
Nitekim Tayfun Bayındır ve kurumumuz gerekli işlemleri başlattı bile....
Bakın meslekte 48 yılı geride bıraktım. Galatasaray’la ilgili çok haberler yalanlandı, ama böyle bir yalanlama hiç olmadı, ta ki bugüne kadar!
Ey yöneticiler, “Güneş balçıkla sıvanmaz” deyimini size bir kez daha hatırlatırım!
Çünkü sıvayamazsınız, o sıva tutmaz, yerlere saçılır, her şey ortaya dökülür!
Bunu bilin yeter!