Karşı çıkar veya çıkmazsınız, ancak özellikle dört büyüklerde top koşturan, skoru değiştirebilecek yetenekli oyuncuların kaprislerini es geçeceksiniz.
Bu tip oyuncular, hem takıma katkı sağlar, hem de tribünlere seyirci çekerler. Örnek o kadar çok ki... Zaman tüneline girip, çok eskilere gitmeyelim isterseniz.
Beşiktaş’ta Quaresma... Yeteneğine kimse gıkını çıkarabilir mi? Asla... Doksan dakika içinde belki oyunda görülmeyebilir. Ama öyle bir asist yapar ki, tabelayı değiştirir. Kaldı ki, Quaresma’nın sahadan alınmasına hep karşı çıktım. Nedeni de, hiç bir şey yapmazsa bile topu ayağına aldığı anda en az iki kişiye oyundan düşürüyor. Bu, yeter de artar bile... Artı onun trivelaları, topla haşır-neşir olması bize keyif veriyor. Gerisi detaydır!
Haaa oyundan alındığı zaman yüz ifadesi değişiyor, kırılıyor, üzülüyor. Bu da aşırı oynama isteğinden kaynaklanıyor. Kötülük bunun neresinde?
Gelelim Fenerbahçe’nin Fransız oyuncusu Valbuena’ya... Valla onu da izlerken keyif alıyorum. Topu hep istiyor, bu da sorumluluk duygusunun üst seviyede olduğunun en büyük göstergesidir. Efendim, Karabükspor’a attığı gole dikkat edin, tam onun kalibresinde-kalitesinde... Fransız’ın sevgili Aykut Kocaman hocamıza kendini hatırlatmasını (!) hiç yadırgamadım. Bunun da temelinde oynama arzusu yatıyor. Oynama arzusu, teknik adamlar için müthiş avantajdır. Yanılıyor muyuz?
Bir de Mehmet Topal olayı var. Tüm tepkilere kırgın olabilir (-ki bence haklı), işine asla küsmüyor, çıkıyor, görevini yapıyor. Attığı golden sonraki yüz ifadeleri isyanının belirtisidir. Kafanı takma kardeş, seni bilen biliyor. Bir süre önce Fenerbahçe’de kopan fırtınalar, çıkışla birlikte iç barış rüzgarlarına dönüştü. tribünler yeniden doldu, şampiyonluk şarkıları söylenmeye başladı taraftarlar, olabilir, gönüllerinden geçen bu.
Soru sorarız hesap sormayız
Efendim, Galatasaray’daki son gelişmeler benim için asla sürpriz olmadı. Bu ayrılığın olacağı Igor Tudor’un geliş şeklinden belliydi...
Eee atalarımız ne demiş, “Ne ekerseniz, onu biçersiniz.” Sen Karabükspor’u yüz üstü bırak, koşar adımlarla Galatasaray’a gel! Yaaa işte böyle... Bir-iki kötü oynarsınız, liderlikten düşersiniz, hooppp kapının önüne koyulursunuz arkadaş!
Haaa şunu da anlamak da zorlanıyorum. Sanırsınız ki, sezon sonu gelmiş, Aslan şampiyonluğu kaçırmış? Aslında bu anlamla kaybedilmiş bir şey yok, yönetim niye bu kararı aldı, gidip onlara sormak gerekir!
Filmi biraz başa çekelim. Sayın başkan Dursun Özbek’i, TRT SPOR’daki Spor Bahane yayınımıza konuk ettik İlknur Özzengin ile birlikte... Partnerim, değerli meslektaşım Özzengin, sayın başkana, “Igor Tudor’la ilgili çok eleştiri var, geliş şekliyle... Varsayalım ki, işler kötü gitti, yine Tudor’un arkasında duracak mısınız?” şeklinde çok doğru ve yerinde bir soru sordu. Vayyy sen misin, soran... Başkan Özbek meslektaşımıza, “Bu sportif bir soru değil” diyerek çıkıştı. Tabii ki hem İlknur hem de biz, o an için üzüldük. Şimdi ben sayın başkana soruyorum, hani İgor Tudor’un sonuna kadar arkasındaydınız sayın başkan? Ne değişti de Tudor’u, evine gönderdiniz? Bir de erken seçim kararı aldınız. Olabilir bu sizin kararınız, saygı duyarız. Biz gazeteciyiz, ister alın, ister gönderin, bizler soru sorarız, hesap sormayız. Mesleki ilkelerimize terstir hesap sormak...
Kimsenin yeri garanti değil
Efendim zirvede giderek taşlar yerine oturuyor, kartlar yeniden karılıyor. Şampiyonluğa o kadar çok ortak var ki, hangisini saysak acaba? Başakşehir, Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Kayseri, Göztepe ve Trabzon, klasman bu şekilde...
Özellikle Trabzonspor’un Rıza Çalımbay’ın gelişiyle müthiş bir çıkış yakalaması, zirvedeki hesapları da alt-üst etti. Bu yedi takım da puan olarak birbirine o kadar yakın ki, hiç kimsenin yeri garanti değil...
Bu sayısal kalabalık, ikinci yarının kıran-kırana geçeceğinin en büyük göstergesidir. Ki bu rekabet sahaya, yani futbolumuza da yansıyacak, bizlere keyifle maçlar sunacaktır. Valla ikinci yarıda kopma olur mu? Zor gibi gözüküyor. Önümüzde karakış bizi bekliyor, mart ayında ayakta kalan, yarışı sürükler, söz sahibi olur.
Diline, kalemine sahip çıkacaksın
Igor Tudor’la ilgili son haftalarda yazılı ve görsel medyada yapılan eleştirilere bakıyorum da, ağzım bir karış açık kalıyor! Yahu arkadaş, eleştirinin bir dozu, bir adabı vardır. Öyle ağzınıza geleni söyleme lüksünüz yoktur! Herkes diline, kalemine sahip çıkacak!
Igor Tudor’u sevmeyebilir, başarısız bulabilirsiniz. Ne var ki bunlar size hakaret etme hakkını asla vermez. Dememiz o ki gazeteci, gazetecilik ilkelerine bağlı kalacak, eleştiri ile hakareti birbirinden ayıracak, bilmem anlatabildik mi?