Bu kadar heyecanlandığımı ve gerilime girdiğim bir maçı anımsamıyorum. Onun için maç öncesinde ‘yatıştırıcı’ almak zorunda kaldım! Kolay mı, ilk sekize kalıyorsunuz, yarı final kovalıyorsunuz.
Buna kalp mi dayanır?
Solumda Erhan Telli, sağımda Hasan Cemal...Halil Özer mi? Tam çıldırmış!
Semih’in golünden sonra ‘sigaraya’ da başladı! Hop oturup, hop kalkıyorlar, arada sıkışıp kaldım, sinirimden sakallarımı yoldum hep! İnanın yazımı yazmak da bile zorlandım!
Doksan dakika didindik-direndik, pozisyona ‘hasret’ kaldık, rakibi seyrettik, bir topları direkten döndü, üç net pozisyonları atamadılar, bir de Rüştü kurtardı.
Milli Takım’ın ‘mazaretleri’ öylesine çok ki, hangisini sayalım...
Marco ve Servet yok... Cezalılar çok... Sarı kartlılar mı, onu ne siz sorun ne ben söyleyeyim...
Böylesi handikaplara sahip ay-yıldızlı ekipten ‘kaliteli’ futbol beklemek biraz lüks olmaz mı?
Hatta biraz daha ileri gidelim, ayıp olmaz mı? Bu tabloda maçı uzatmaya götürmek gerçekten büyük başarıdır...
Uzatmalar mı? Terim’in oyuncu hamleleri, futbolcularımızın kazanma hırsı takımı ayağa kaldırdı, rakibimize doksan dakika içinde yapamadıklarımızı uzatma periyodlarına sıkıştırdık. Sahalarına kapattık, pozisyonlar ürettik, bunları gole çevirmekte malesef yeterli olamadık.
Klasniç’in golüyle yıkıldık derken, 120 dakikada, umutlarımızın tükendiği saniyelerde Semih Şentürk sahne aldı, öyle bir gol attı ki, bizim tribünleri de ayağa kaldırdı...
Umutsuzluk, umuda dönüştü bir anda...
Penaltı atışlarına geçildi, nefeslerimizi tuttuk, ama bir şeyden çok emindik...Kalede Rüştü varken, biz turu geçer Viyana’yı fetheder, Bassel’e kanat çırparız... Öyle de oldu...
Şimdi Avrupa’nın dört büyük takım arasına kalmanın gururunu ve onurunu yaşıyoruz.
Bize böylesi mutluluğu yaşatan ay-yıldızlı ekibimize bir kez daha ‘şapka’ çıkarıyor, onlardan ‘final’ bekliyoruz.