Ne zaman TV’den maç izlemeye kalksam, berberim Mustafa’dan davet geliyor. Mustafa, Urfalı, sıkı bir Beşiktaşlı, hem de aile boyu... Mustafa’nın müthiş tespitlerine tanıklık ediyorum. Aurelio’nun kulaklarını çınlattık! Mustafa, Aurelio’nun gereksiz transfer olduğunu savundu ve ekledi: “O geldi diye Necip’i keserlerse, yazık olur.”
Vallahi çok yerinde bir tespit, onun bu savına katılmamak ayıp olur!
Mehmet Aurelio’nun tecrübesine ve kalitesine lafımız yok... Ancak Schuster bu, bir bakarsınız, Necip’i kesmiş, Aurelio’ya şans vermiş!
Ne var ki, Necip hem genç, hem yetenekli, hem savaşçı, hem de ofansa çıkıp, gol atacak kadar cesaretli.
Onu farklı ve avantajlı kılan da bu özellikleri değil mi?
Schuster, belli ki Belediye yenilgisinden dersler çıkarmış! Taşları yeniden yerine oturttu, ideale yakın bir kadroyu sahaya sürdü. Tabii Avrupa’da sınırsız yabancı olunca iş kolay...
İki takım arasındaki kalite farkı tartışılmaz, kantarda Beşiktaş ağır basar, maçın skoru da bunun en büyük göstergesi...
Beşiktaş, Helsinki karşısında ilk maçın verdiği avantajlı skora sığınmadı. Tam tersi, orta sahayı sağlam tuttu, ofansif oyun ortaya koydu. Nitekim, Quaresma’nın ilk yarıda attığı gol, olası bir iş kazasına da otomatik olarak set çekti. Quaresma, özellikli bir oyuncu... Top tekniğine, çabukluğuna, savaşçılığına kimse laf edemez. Hele hele attığı goller buram buram kalite kokuyor. Topu her ayağına alışında insanı heyecanlandırıyor...
Ofansif ağırlıklı futbolda rakibinize pozisyonlar vermeniz kadar doğal bir şey olamaz. Nitekim, Helsinki özellikle ikinci yarıda net pozisyon üretti, ama atamadı.
Bu bölümde kaleci Cenk’e ayrı paragraf açmakta yarar var. Rüştü’ye teşekkür ediyoruz, böylesi bir yeteneği vitrine çıkarıp, bize izlettirdiği için. Maç süresince gözümüzü ondan ayıramadık. Bir tarafta Quaresma, diğer yanda Cenk’i izledik. Zamanlaması, yan topları, karşıdan gelen şutlar, refleksleri harika... Sıfır hatayla oynayan Cenk, çok yakın süreçte Milli Takım kalesini zorlayacaktır.